2 Ağustos 2025 Cumartesi

BİR DURAK ERKEN İNDİM

Güneşli bir havada, etrafındaki modern binaların arasında kalan, kahverengi, yıpranmış ahşap bir ev.

Otobüsle her geçtiğimde gözüm hep ona takılıyor. Şehrin o modern, camdan binalarının, bitmek bilmeyen inşaatlarının arasında dimdik duran, kahverengi bir ahşap ev. Her görüşümde aklıma, Kemalettin Tuğcu'nun o hüzünlü ama umut dolu dünyası geliyor. Sanki o hikayelerin birinden çıkmış, zamana inat orada kalmış gibi… Bu ev, bana, hayatın en büyük hikayelerinin aslında en sakin köşelerde saklı olduğunu anlatıyor sanki...

Ve belki de en çok bu yüzden… Sanki zaman, o kapıdan içeriye hiç girememiş, kapının önünde durup beklemiş gibi. Ne zaman görsem, içimde bir yer sızlıyor. O ev, bir masalın sonu, bir anının başlangıcı gibi.

Bugün, dayanamadım. Bir durak erken indim ve sokağın başına yürüdüm. Evin tam karşısında durdum. Tıpkı bir zamanlar, annemin masallarını dinlerken gözlerimi açtığım gibi, onun her bir tahtasını, her bir penceresini inceledim. Telefonumu çıkarıp fotoğrafını çektim, bu anı da diğer anılarımın yanına koymak için. Pencere camları o kadar kirli ki, içeriyi seçmek imkansız. Ama yine de o camın ardında bir hayat, bir aşk, bir ayrılık fısıltısı olduğunu biliyorum.

Aklıma çocukken dinlediğim o eski şarkılar geldi. Hani o şarkılar ki, nakaratında hep bir vapur sesi, bir ayrılık, bir kavuşma olurdu. O şarkıların hissini, o evin renginde buldum. Sanki yıllar boyunca bu evde, o şarkılar çalınmış ve sesleri ahşaba sinmişti.

Şimdi bu ev, dışarıdaki modern dünyaya yabancı, suskun bir tanık gibi duruyor.  Dışarıda trafik, korna sesleri, koşturan insanlar… İçeride ise sessiz, kim bilir hangi rüyalara tanıklık eden bir geçmiş var. Evin önünden geçen bir çocuk, evin eskiliğine şaşırıp parmağıyla gösterdi. Yanındaki annesi, "Eski ev işte," dedi umursamazca. O an içimden, "Eski ev değil, eski bir hikaye," demek geldi. "Hem de senin bilemeyeceğin kadar güzel, acı ve gerçek bir hikaye."

Evin kapısına yaklaştım. Kapının demirinde paslanmış bir tokmak duruyordu. Tokmağa dokunmaya cesaret edemedim. Çünkü biliyordum, o tokmak bir zamanlar bu kapıyı açmış, bir kalbe yuva olmuş, bir hayalin kapısını aralamıştı. Şimdi o tokmak, rüzgarın esintisiyle titreyen, kapının yüzünde paslı bir anı gibi duruyor, artık hiçbir kalbi çağıramayacak kadar suskun ve kırık.

O tokmağın bu sessiz hali, bana benim de unuttuğum bir şeyi hatırlattı. Hayatın büyük olaylardan değil, küçük anlardan ibaret olduğunu. Bir fincan kahvenin kokusundan, bir camdan süzülen ışıktan, bir eski şarkının nakaratından. Biz bu küçük anları, bu evleri, bu hikâyeleri unuttuğumuzda, hayatımız da o modern binalar gibi tekdüzeleşiyor, ruhsuzlaşıyor.

Eve son bir kez baktım. Orada, o rüzgârla dans eden eski tahtalarda, benim de unutmaya yüz tutmuş hayallerim, yarım kalmış aşklarım, umutlarım vardı sanki. Ve o ev, sessizce bana, o hayallerden vazgeçmememi fısıldıyordu.

Sevgiyle Kalın.

Arzu SEKİN 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...