9 Ağustos 2025 Cumartesi

HER KAPI KENDİ HİKAYESİNİ FISILDAR



Her çatlağında geçmişin izlerini taşıyan bu taş duvarlar, yılların sessiz tanıkları gibi duruyor. Ahşabının her bir çizgisi, unutulmuş hikâyeler fısıldıyor. Kapının üzerinde nazlı nazlı süzülen perde, içeride yaşanmış anıların bir habercisi sanki. Bu eski kapı, yorgun ama dimdik ayakta; zamana meydan okuyan bir dost gibi. Onun ardında kim bilir hangi sevinçler saklı, hangi hüzünler gizli… İşte tam da bu yüzden, her eski kapıya baktığımda, sadece bir yapı değil; yaşayan bir tarihin, unutulmaz bir yaşamın kapısını aralar gibi hissediyorum

Gittiğim şehirlerde kalabalığın değil, sessizliğin izini sürer, yolumu hep şehrin en eski dokusunun olduğu, kaldırımları ve taşları yorgun sokaklara düşürürüm. En çok da kapılar ilgimi çeker. Fotoğraf makinemi elime alıp eski kapıların önünde durduğumda, zamanın kapı aralığından sızan hikâyelerini ararım. Çünkü bu kapılar, bana hep geçmişin yaşanmış, suskun tanıkları gibi gelir. Bu yüzden arayışım, sadece yüzeyde değil; o derin yaşanmışlıkta saklıdır.

Ben, modern dünyanın kimliksiz, aynı kalıptan çıkmış kapılarını değil; ahşabına yıllar sinmiş, kulpu avuçlarda parlayarak cilalanmış, boyası dökülmüş, köşesi örümcek ağlarıyla kaplanmış ama her bir kusuruyla yaşanmışlık kokan o eski kapıların peşindeyim. Aradığım, ne metalin soğukluğu ne de gösterişli bir tasarım. Aradığım şey, o kapılarda saklı olan, bir zamanlar hayatın nabzını tutmuş yaşanmışlığın ta kendisidir. Çünkü kapılar, yalnızca açılıp kapanan birer eşik değil; kimi zaman bir başlangıcın, kimi zaman da bir vedanın sessiz tanıklarıdır. 

Hayatımızın en önemli anları, genellikle bir kapı eşiğinde yaşanır. Sadece bir eşik değil, hayatımızın aynasıdırlar da. Bazen içimizdeki coşkunun dışa vurduğu bir gülümseme, bazen de bir fırtınanın ardından kapanan bir acı gibi… Aslında her kapı, sadece bir mekânın değil, gönlümüzün de eşiğidir. Kimi zaman sevgiyle sonuna kadar açarız o kapıyı, kimi zamansa korkuyla, öfkeyle sıkı sıkıya kapatırız. O kapıların ardı, bizi saklayan, kendimizi güvende hissettiğimiz yerlerimizdir. Ne de olsa bir zamanlar, kapıların ardı kadar güvenliydi dışarısı da. Komşularla kapı eşiğinde demlenen sohbetler vardı, yüreklerin kapıları ardına kadar açıktı. Ama şimdi o kapılarda kilitler var, ruhlarımızı da birer kale gibi korumaya aldığımız...

Bugünün kapılarında, önümüzde birer robot gibi açılıp kapanan, o ruhsuz metal eşiklerinde o eski zamanların görkemi ve kendine has duruşu yok. Oysa bir zamanlar, bir avluya açılan tahta kapılar vardı; pirinçten tokmakları her çalındığında, etrafa bir müzik gibi gıcırtı yayan. Kapılara bakmak, aslında insanlara bakmak gibidir. Her ikisi de bir hayata, bir yaşanmışlığa açılır. O eski, yorgun eşiklerden kaç hayat geçti, kim bilir? O kapı hangi sevinçli haberlerle ardına kadar açıldı, hangi hüzünlü vedalarla yavaşça kapandı? O merdivenlerden hangi ayaklar telaşla indi, hangi ayaklar yorgunlukla çıktı?  O basamaklarda bir zamanlar koşan çocukların izleri… Bir kapının tokmağı ve kolu, ne çok şeyi sessizce anlatır aslında. Hangi müjdeli haberi vermek için sabırsız bir el tarafından defalarca çalındı? Ya da hangi acı haberi saklamak için, üzüntüyle tutuldu o kapı kolu;  açılmaya cesaret edilemedi...

Ve işte bu yüzden, kapılar bana her zaman gizemli gelmiştir. Bazen durup, o kapının ardındaki yaşamları, saklı hikâyeleri hayal ederim. O an fark ederim ki bir kapı, sadece bir girişi işaret etmiyor; ardında nice hikâye saklıyor. Kim bilir, bu kapı içeridekini dışarıdaki tehlikelerden mi koruyor, yoksa dışarıdaki hayatı içeride hapsedilen bir ruhun meraklı gözlerinden mi? Böyle düşününce hayatımızda kapıların ne kadar önemli olduğunu hiç düşündürüyor mu?  Ya da "O kapıyı çarpıp çıkmasaydım, hayatım tamamen başka bir yöne gitseydi, ben yine ben olur muydum?" diye... Bir kapı eşiğinde verilen kararların, tüm bir tüm bir hayatı nasıl değiştirdiğini hiç merak etmedik mi?


Ve işte bu nedenle, kapılar çocukluğumuzun en büyük çelişkilerinden biri olarak hafızamızda yer eder. Bazen özgürlüğe açılan kanatlar, bazen de eve kapatılmanın acımasız nesneleriydi. Kapı önleri, top koşturduğumuz, saklambaç oynadığımız oyun alanlarımızdı. Kapının arkası ise bazen bir kızgınlığın, bazense bir azarın sığınağı… Çocukken verdiğimiz o büyük önem, büyüdükçe yerini kayıtsızlığa bırakıyor. Bir zamanlar, kapı önleri komşularla edilen kısa ama samimi sohbetlerin, sokağın her sesinin duyulduğu yerlerken; şimdi ne o eski sokaklar kaldı ne de o kapı önü sohbetleri… Artık demirden apartman kapılarımız var. Ne komşumuzu tanıyoruz ne de o kapıya ait hissediyoruz kendimizi…

Bir kapının önü... Orası, evimizden çıkıp dünyaya attığımız o ilk adımdır. Bizi komşulara, arkadaşlara, yaramazlığa, okula ya da işe götüren o ilk eşiktir. Bir düşünün, kapı önünde neler yoktur ki? Komşular, sokakların bitmek bilmeyen sesi, satıcılar, çocuklar, arabalar, sucular, insanlar, bakkal, gökyüzü köpekler, binalar, kediler ve kediler... Kapı önü, gecenin sessizliğine, sabahın telaşına, günün telaşına ve akşamın huzuruna açılan ilk perdedir. Kapı önleri, sevgiliye kavuşmanın heyecanı ve ayrılığın acısı değil midir aynı zamanda?


Her kapıya baktığımda, anılar denizi gibi bir sisin ardından bana göz kırpan başka bir kapıyı görürüm sanki.  Her kapı, kendi hikâyesini fısıldar; kimi demir parmaklıklarıyla bir sırrı saklarken, kimi örümcek ağlarıyla unutulmuşluğu anlatır. Kimi küçücük bir anahtara bağlıdır, kimi büyük bir asma kilitle mühürlenmiştir. Kimi taze boyanmış bir umut gibidir, kiminin boyası ise zamanla solmuş bir anı... Bir ömür boyunca içinden geçtiğimiz ya da önünden yürüdüğümüz bu kapıların hesabını kim tutabilir ki? Oysa her biri, iç dünyamıza giden yolda birer dönemeçtir. Hayatımız, kendimize açılan sayısız kapıdan oluşur. Ve biz, o kapılardan geçerken, aslında her defasında kendimizin yeni bir parçasını keşfederiz.

Hayatımız, önümüzde açılan ve kapanan sayısız kapıyla dolu. Kendi ellerimizle kapattığımız ne çok kapı, yüzümüze kapanan ne çok kapı… Her yol ayrımında, bizi bekleyen birkaç kapı belirir. Ve biz, o kapılardan birini seçmek zorundayız. Seçeriz birini ve o kapının ardındaki akıntı bizi, götürdüğü hayata sürükler. Geriye dönüp bakmaya çoğunlukla cesaret edemeyiz. Ama bir kapı vardır ki, bütün bu kapıların sonunda herkesi bekler. Ve o kapıdan geçerken, ne bir seçme şansımız ne de bir tereddüdümüz olur. Herkes oradan geçer ve gider. Ve o kapının ardından ne bir ses gelir, ne de bir haber…

Sevgiyle Kalın...

Arzu SEKİN 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...