Yorgunluk birikiyor, umut eksiliyor… ama yine de
yaşıyoruz. Buna yaşamak deniyorsa… Sıkışıp kaldığımız bu
döngüye bakınca hep aynı soru zihnimi kemiriyor: Hayatlarımız ne zaman hayat
olmaktan çıktı? Sabah uyan, işe git, eve dön, uykunu yatağa bırak ve sonra
tekrar başa sar. Bu döngü, hayatı sadece bir geçinme mücadelesine indirgemedi
mi?
Ne zaman "yaşam" kelimesiyle
"yaşamak" fiilini karıştırdık biz? Ne zaman bir nefes almak bile lüks
oldu? Hafta sonu izni ne zaman sadece ev temizliğine, çamaşıra, market
kuyruğuna sıkıştırıldı? Artık hayal kuramıyoruz. Çünkü gerçekler boğuyor bizi.
Trafikte geçen iki saatlik yol, bir kafede oturmayı özleten kira fiyatları ve
bir tiyatro bileti bile alamayacak kadar küçülen maaşlar… Biz yalnızca
çalışmıyoruz, hayatın altında eziliyoruz. En çok da ruhumuz eziliyor.
Bizi biz yapan tüm o hevesler, hobiler, tutkular yorgunluk tünelinde birer
birer kayboluyor. Akşam eve döndüğümüzde, en basit hobimize bile enerjimiz
kalmıyor. Sadece sessizlik istiyoruz, sadece boşluğa bakmak. Çünkü zihnimiz de,
bedenimiz de mesai bitiminde bile dinlenemiyor.
Sadece maddi olarak değil, sosyal olarak da
yoksullaşıyoruz. Bir kafede oturup dostlarla sohbet etmenin maliyeti o kadar
yükseldi ki, sanal dünyalara hapsolduk. Gerçek hayattaki sosyalleşme giderek
azaldı, yerini sosyal medyada izlenen mükemmel hayatlara duyulan bir özlem
aldı. Ekranlarda gülerek tatil yapanları izlerken, kendi dört duvarımıza daha
da sıkışıp kalıyoruz. Komşuluklar, dostluklar, küçük mutluluklar, hepsi birer
lüks haline geldi. Oysa hepimiz hayatın canlılığını hissetmek,
paylaşmak, dokunmak istiyoruz. Dışarıdaki dünya bizi içine çekmek yerine,
kapılarını yüzümüze kapatıyor gibi.
"Şükret, haline razı ol." derler bazen. Oysa
bu söylem, hayatı daha iyi yaşamayı hak ettiğimiz gerçeğini göz ardı ediyor.
Çünkü hak ediyoruz. Biz sabahları uykusuz kalkıp işe gidenleriz. Çocuklarımızın
gözünden umudu silmemek için savaşanlarız. Bu ülkenin emekçileriyiz. Ve sadece
geçinmek değil, yaşamak da bizim hakkımız. Bir kafede kahve içmeyi, gülerek
tiyatrodan çıkmayı, tatil yapmayı, bir pazar sabahı sadece uzanmayı, hiçbir şey
düşünmeden yürüyüşe çıkmayı biz de istiyoruz. Bunlar lüks değil. Bunlar hayatın
ta kendisi.
Ancak burası Türkiye. Burada asgari ücret, bırakın
insanca bir yaşamı, asgari bir geçimi bile sağlamıyor. Bir asgariücretin tek başına bir evin kirasını bile karşılamadığı bir dönemdeyiz. Hâl
böyleyken, yalnız yaşayanlar zaten tek maaşla ayakta kalamıyor. Çoğu zaman iki
asgari ücretin toplamı bile, çekirdek ailelerin kirayı, faturaları ve temel
gıda masraflarını karşılamaya yetmiyor.
Avrupa'da insanlar sabah işe giderken "Bugün ne
yesem, ne yapsam?" diye plan yaparken, biz hâlâ faturalar ve kiralar
arasında bir denge kurmaya çalışıyor, yaşamın değil, sadece ayakta kalmanın
mücadelesini veriyoruz. Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde asgari ücretle
çalışan biri, yılda bir kez tatile gider, sinemaya, tiyatroya ve restorana ayda
birkaç kez uğrar. Saat 18.00'de işi biter, akşam kendi hayatına başlar. Bizdeyse,
18.00 bir şeyin bitişi değil, bitmeyen mesai beklentileri ve gözdağı veren
işverenler yüzünden yeni bir yorgunluğun başlangıcıdır.
Üstelik bu yorgunluk sadece bugüne ait değil. Gelecek kaygısı da omuzlarımızda bir yük. Emekli olunca rahat edeceğimiz hayali, bir emeklilik maaşıyla bile zor geçineceğimiz gerçeğiyle yerle bir oluyor. Çocuklarımızın geleceği için biriktirmek, bir ev almak, bir araba sahibi olmak... Tüm bu hayaller, sadece birer fısıltıdan ibaret kaldı. Alın terinin kutsallığından bahsedilirken, o alın terinin artık kirayı bile karşılamaması büyük bir çelişki değil mi? Toplumun çarkları arasında birer dişli gibi öğütülüyoruz. Her yeni gün, dün biriktirdiğimiz umudu yiyor. Yarın ne olacağımızı bilmemek, en az bugünün zorluğu kadar yoruyor bizi.
Bizim suçumuz ne? Bu ülkede doğmak mı? Çalışmak mı?
Susmak mı?
Artık yeter.
Artık konuşacağız. Artık yazacağız. Artık hatırlatıyoruz: Bir kere geliyoruz bu
dünyaya. İnsanca yaşamak istiyoruz. Ve bu hak için durup dinlenmeden, yılmadan mücadele edeceğiz.
Çünkü bu bizim hakkımız ve sadece biz değil, bizden sonra gelen nesiller de bu
hakkı hak ediyor
Sevgiyle Kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder