7 Aralık 2025 Pazar

''Elhamdülillah" Dedikleri Yolculuk: Siyasette İlkesizliğin Bize Yaşattığı Derin Hayal Kırıklığı

Türk siyasetindeki değişkenliği ve güven kaybını yansıtan metaforik sahne: Yorgun bir adam tiyatro sahnesini izlerken, sahnedeki maskeli figürler rollerini değiştiriyor ve duvardaki gazeteler rutubetten dökülüyor. Zemin, parçalanmış güveni temsil ediyor. 

Uzun zamandır bir şeyleri anlamaya çalışıyorum… Belki de yılların yorgunluğu, belki umut kırıklarının ağırlığı, belki de artık kimseye inanmak istemeyen kalbimin sesi bu. Çünkü bu ülkede siyaset, sanki bir tiyatro sahnesi gibi; ışıklar değiştikçe roller, roller değiştikçe taraflar değişiyor. Dün alkışlanan bugün yuhalanıyor, dün düşman ilan edilen bugün sarmaş dolaş oluyor. Bir dostluk, bir düşmanlık… Hepsi bir günde. Hepsi bir anda.

Siyaset yazmak istemiyorum ama ne kadar kaçmak istesem de yaşadığım ülkede olup bitenler sessiz kalmama izin vermiyor. Çünkü bu topraklarda siyaset, insanın evine kadar sızan bir rutubet gibi; görsen rahatsız, görmezden gelsen daha rahatsız…

Dün “asla” dedikleriyle yan yana durdular, bugün “dostuz” dediklerine sırt çevirdiler. Yarın kim bilir kimin kapısında sıraya girecekler? Bir sabah kalkıyoruz, gündem başka; ertesi gün bambaşka. Sanki yağmurun altında un ufak olan bir tebeşir çizgisi gibi… Hangi söze tutunayım, hangisine güveneyim? Düşünüyorum…

Dün düşman ilan ettiklerinin bugün el üstünde tutulmasını, dün yere göğe sığdırılamayanların bugün hedef tahtasına konmasını… Bu kadar keskin dönüşleri izlerken, insan kendini bir girdabın içinde gibi hissediyor. Bir günün sabahı başka, akşamı başka… “Dün feto, bugün apo, yarın papa…” Bu üç kelimelik kurgu, aslında bir dönemin, bir siyasi aklın tutarsızlığını, ilkesizliğini ve belki de en kötüsü, omurgasızlığını haykırıyor. Siyasi iklim, adeta bir meteoroloji istasyonu gibi her gün yeni bir yön tayin ediyor. Bugün dünkü kırmızı çizgisini çiğneyen, yarın daha önce aklının ucundan bile geçirmeyeceği bir figürle masaya oturabiliyor. Bu durum, basit bir politik manevra olmaktan çok, iktidarın zehirli cazibesinin insan ruhunda yarattığı derin bir çöküşün yansımasıdır.

Sanki her şey bir oyun, biz seyirciyiz; sahnedekiler neyi isterse ondan ibaret bir gerçeklikle baş başa bırakılıyoruz. … İnsan, “acaba yarın neye uyanacağım?” diye sormaktan kendini alamıyor.

Ve içimde garip bir his var… Çok derinden, çok sessiz bir yerden gelen bir his. Sanki yıllardır “Elhamdülillah” diyerek çıktıkları yolculuğu, bir gün “Amen” diyerek tamamlayacaklarmış gibi. Çünkü gidişat belli. Çünkü yön belli. Çünkü dünle bugün arasında tutarlılık yoksa, yarın zaten çoktan kaybolmuştur.

Siyaset denen o zorlu ve karmaşık arenayı izlerken, bir vatandaş olarak içimde hem bir hüzün hem bir kızgınlık hem de derin bir hayal kırıklığı büyüyor. İnsan güvenmek ister… En azından sözün bir ağırlığı olsun, duruşun bir bedeli olsun ister. Ama yıllardır aynı döngüyü izledikçe, içimdeki o güven duygusu ufalanıp toprağa karışıyor. Bir siyasi hareketin, yola çıkarken sahip olduğu tüm ahlaki ve etik değerleri, sırf koltuğu muhafaza edebilmek adına feda etmesi ne kadar da acı. "Elhamdülillah" nidalarıyla çıkılan o kutlu yolculuğun, yolun sonunda tüm değerlerden soyunarak, belki de tüm inanç sistemlerine aykırı düşecek bir "Amen" ile son bulacak olması ihtimali, içimizdeki samimiyete vurulan en büyük darbedir. Bu, sadece bir parti politikası değişikliği değil; bu, o harekete gönül veren milyonların saf inancının ve umudunun bir nevi inkârıdır.

Oysa büyük siyasi liderlik, rüzgâr nereden eserse essin, ana rotasını kaybetmeyen deniz feneri gibi olmalıdır. Rota değişebilir, taktikler revize edilebilir; ama siyasi kimliğin ve ahlaki duruşun temelleri asla pazarlık konusu olmamalıdır.

Gelinen bu noktada, gidişatın gösterdiği tek şey var: Siyaset, kendini var eden değerleri tüketmeye devam ediyor. Ve bu tükenişin sonunda, "Amen" ile yapılacak o jübile, iktidarın bir zaferi değil, inancın ve ilkenin politik alandaki hazin bir yenilgisi olacaktır. Geriye sadece, rüzgarla savrulmuş, neye inanacağını bilemeyen, büyük bir hayal kırıklığıyla baş başa kalmış bir toplum kalacaktır.

Ve belki de bu yüzden, siyasetin rüzgârıyla savrulan bu ülkede, ben artık rüzgârın değil, gerçeğin peşindeyim. Söylemlerin değil, samimiyetin izindeyim. Çünkü bir gün dost, bir gün düşman olan bir düzenin içinde tek gerçek, halkın sırtına yüklenen ağırlık. Ve o ağırlığı en iyi, yıllarca omzuna yük yüklenmiş insanlar bilir.

Gidişat… Evet. Aslında her şeyi o anlatıyor. Ne kadar dönerlerse dönsünler, ne kadar değişirlerse değişsinler, ne kadar söz verirlerse versinler…

Sonunda bu ülkenin gerçek sahibi yine biziz.

Bizim hayal kırıklıklarımız, bizim yorgunluğumuz, bizim sessiz haykırışlarımız… Ben artık o sessizliğin içindeki çığlığı duyuyorum.

Ve belki de bu yüzden, ne söylediklerine değil; nasıl yaşadığımıza bakıyorum.

Çünkü sözler uçuyor, nutuklar kayboluyor, vaatler unutuluyor…

Ama hayatın gerçeği asla değişmiyor.

Sevgiyle Kalın..

 

Arzu SEKİN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

💔 Yaşlılıkta Yalnızlık ve İntihar Riski: Ahmet Misrani Derin'in Trajik Hikayesi

"Yaptığı Her İyilikte Zarar Gören Adam": Yaşlılıkta Yalnızlık Bizi Nasıl Ölüme Sürüklüyor? ​Ve Yaşlılarımızı Neden Yalnız Bırakı...