30 Ağustos 2025 Cumartesi

KAÇ BAHAR DAHA

 

Hayatın o incecik akışında, geride ne bıraktığımız sorusuyla yüzleşiyoruz. Maddi olanın geçiciliğine inat, bu görseldeki gibi, iyilik tohumlarımız 'kalplerin meşalesi' olarak parlar. Bir elden diğerine geçen bu ışık, kelebek etkisiyle çoğalarak insanlığın ortak hafızasına işlenir. En büyük mirasımız, bir ruha dokunabildiğimiz o anlardır.

İnsan ömrü bir sayaç gibi işliyor. Her doğan güneş, eksilen bir gün demek. Zaman dediğimiz şey, ince ince damlayan bir su gibi avuçlarımızdan kayıyor. Tutmaya çalışsak da bir yerlerden sızıyor, gidiyor işte. Kaç bahar daha göreceğimi bilmiyorum. Kaç sayfa daha çeviririm, kaç yeni cümle düşer aklıma, kaç insana dokunur kalbim, kaç yolda yitip gider ayak izlerim… Bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: 

İnsan, geride ne bıraktığıyla hatırlanır. Ve bu 'geride kalanlar,' sadece somut varlıklar değil, aynı zamanda ruhumuza işlenmiş izlerdir. Bu izler, belki de bir kelebek etkisi gibi yayılır; bir dokunuş, bir söz, yıllar sonra hiç tanımadığımız birinin kararını etkileyebilir, bir zincir gibi nesilleri birbirine bağlayabilir. Zamanın akışında, bu manevi miras, maddi olandan çok daha kalıcıdır, çünkü ruhlar arasında dolaşır ve nesiller boyu yankılanır.

Peki, bunca koşuşturma içinde esas mesele ne? Mal, mülk, mevki? Bugün var, yarın yok. Tertemiz niyetlerle, alın teriyle kurduğumuz düzen bile bir gün başkasına kalıyor. Çocukluk anılarımızı saklayan evler başkalarına kiralanıyor, yıllarca yürüdüğümüz yollar tanımadığımız ayak izleriyle doluyor. Adımız tabelalardan, hafızalardan silinince geriye ne kalacak? Belki bir sokak arasında duyulan eski bir kahkaha, bir defterin kenarına iliştirilmiş not, bir çocuğun zihninde kalan sıcak bir dokunuş… Ya da en önemlisi, bir başkasının hayatında açtığımız 

"iyilik tohumları" Bu tohumlar, bizden sonra yeşeren bir orman gibi, belki de en büyük mirasımızdır. Bir iyilik, dalga dalga yayılarak hiç tanımadığımız insanların hikâyelerine dokunur ve bu orman, sadece bireysel hayatları değil, insanlığın ortak hafızasını bile şekillendirebilir. Çünkü en kalıcı iz, bir ruha dokunabilmektir.

Ama işte tam da bu yüzden, zamanın ellerimizden kayıp gitmesine izin vermemek gerek. Bugün, şu an, aldığımız nefesin kıymetini bilmek gerek. Sürekli geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin belirsizliği arasında sıkışıp kalmadan, içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmak… Bir bardak çayın buğusunda, sevdiğimiz bir şarkının tınısında, gökyüzüne başımızı kaldırıp baktığımız o anlık hayranlıkta, hayatın sunduğu küçük mutlulukları fark etmek… Bu küçük anlar, aslında evrenin bize fısıldadığı sırlar gibidir; bir anlık huzur, tüm varoluşla bağlantı kurduğumuz bir kapı açar. Çünkü hayat sadece anılardan ibaret değil, aynı zamanda şu anda yaşanıyor. Ve belki de en büyük miras, ardımızdan bırakacağımız güzel hatıralardan önce, bugün kendimize ve etrafımızdaki insanlara verdiğimiz mutluluk. Bu mutluluk, sadece bir anı süslemez; aynı zamanda içimizdeki ışığı yeniden yakar ve bu ışık, başkalarına da umut olarak yansır.

Bir gün, arkamdan “İyi bilirdik.” desinler isterim. Ama içi boş bir gelenek gibi değil, gerçekten iyi bildikleri için. Vicdanı rahat, iyiliği şiar edinmiş, adalet duygusunu kaybetmemiş biri olarak hatırlanmak isterim. Çünkü insan ne kadar yaşadığıyla değil, nasıl yaşadığıyla anılır. Her seçimimiz, her sözümüz, her bakışımız, kendimize ve dünyaya karşı bir duruş sergiler. Önemli olan, bu duruşun dürüstlük, merhamet ve sevgi üzerine kurulu olmasıdır. Bu duruş, sadece başkalarına değil, aynı zamanda kendi ruhumuza çizdiğimiz bir portredir; her bir kararımız, içimizdeki tuvale bir fırça darbesi ekler. Yaşam, yalnızca bir varoluş değil, bir duruş sanatıdır. Ve bu sanat, kusurlarıyla güzeldir; çünkü dürüstlük, merhamet ve sevgi, en kusurlu anlarımızda bile bizi insan kılan değerlerdir.

Kaç kere düştüğümüzü, kaç kere hüzünle tanıştığımızı saymıyor hayat. Ama bir çiçeği kaç kere suladığımızı, kaç insana içten bir tebessüm ettiğimizi, kaç gönülde iz bıraktığımızı hatırlıyor. Ve günün sonunda, geriye yalnızca bunlar kalıyor. Bu izler, birer pusula gibi, bizden sonra gelenlere doğru yolu gösterir. Bu pusulalar, sadece yön göstermekle kalmaz; aynı zamanda insanlığın ortak yolculuğunda birer işaret taşı olur, karanlıkta yolunu kaybedenlere rehberlik eder. Her tebessüm, her küçük iyilik, zamanın ötesinde bir zincirin halkasıdır; bu halkalar, nesiller boyu birbirine bağlanarak insanlığın hikayesini yeniden yazar.

Ama bir şey daha var: Umut. Yaşanan her şeyin ardında, geleceğe dair bir ışık saklı. Bize düşen, bu ışığı taşımak, yeni nesillere umut bırakmak. Bir çocuğun gözlerine bakıp, onun hayallerine ortak olmak, iyiliğin, doğruluğun ve sevginin bir miras gibi aktarılmasını sağlamak. Çünkü dünya değişir, nesiller değişir, ama kalplerde yeşeren iyilik hep kalır. Bu iyilik, aslında hiç sönmeyen bir meşale gibidir; birinden diğerine geçer, karanlıkta yolumuzu aydınlatır. Bu meşale, sadece bireylerin değil, insanlığın ortak ruhunun bir yansımasıdır; her umut kıvılcımı, evrenin sonsuzluğunda bir yıldız gibi parlar.

Belki de hayat dediğimiz şey, birilerinin kalbine ince bir sızı, bir gülümseme ya da güzel bir hatıra bırakabilmekten ibaret. Kim bilir, belki de insan sadece bu yüzden yaşar… Belki de en büyük zafer, kendimizi değil, bir başkasını güldürebilmmektir. Ve bu gülümseme, zamanın ötesinde bir köprü kurar, çünkü sevginin dili evrenseldir ve her çağda, her kalpte aynı şarkıyı söyler. 

Sevgiyle Kalın..

Arzu SEKİN 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...