
🕰️ Seksen Yıllık Zarafet ve
Siyah-Beyazda Kalan İlk Aşklarım
Bugün,
sosyal medyada gezinirken Emel Sayın’ın doğum günü olduğunu gördüm. Ekranda bir
fotoğraf, bir başlık: "Mavi Boncuk 80 Yaşında! Seksen yaşına girmiş…
İyi ki Doğdun Emel Sayın."
Elimdeki
telefonu yavaşça indirdim. Bir an duraksadım. Kalbimde anlık bir sıkışma,
içimde ince bir sızı... Gözlerimde bir nemlenme... Ve sonra gözlerimde biriken
o ilk damla... Yanaklarımdan süzülmesine izin vermeden, ruhum usulca geriye, ta
o çocukluk odasına doğru gitti.
İnsan
böyle zamanlarda fark etmiyor değil; çocukluğunun bir köşesinde sakladığı her
şey, yavaşça elinden tutup geri dönüyor. "Hey gidi günler hey,"
dedim. Kendi kendime dedim ama sanki içimde biri daha vardı, yıllar öncesinden
usulca fısıldayan bir kız çocuğu sesi…Dudaklarımdan dökülen bu sessiz
fısıltıyla anladım: Ne çok zaman geçmişti...O zamanlar hayat, siyahın ve
beyazın en güzel tonlarından ibaretti sanırım; hele duygularımız şimdikinden kat
be kat daha canlı, daha renkliydi.
💖 Mavi Boncuk, Siyah Beyaz Aşk ve İlk Masum Hayaller
📺 20:00'ye Kurulan Bir Kalp
Ben
Emel Sayın’a hayrandım. Öyle böyle değil; çocuk aklımla ona benzeyebileceğime
dair saf bir inanç taşırdım. Belki bir gün, bir sahnenin ortasında, beyaz bir
mikrofonun ucunda, onun gibi gülümseyerek şarkı söyleyebilirdim.
TRT’nin
siyah beyaz günlerinde “Bu akşam Emel Sayın konseri var” dendiğinde
dünyam aydınlanırdı. O günün gelmesini nefesim daralarak bekler, açılan ekrana
gözümü bile kırpmadan bakardım. Sanki ekrandan çıkıp evimize gelecek,
saçlarıyla beni okşayıp “Aferin kızım, sen de söyle” diyecekmiş gibi...
Onun
mimiklerini taklit eder, ince el hareketlerini çalışırdım. Sesim titrese de
vazgeçmezdim. Çocukluk işte… İnsanın kalbi kocaman, kendine inancı saf olur ya;
benimki de öyleydi. O yılları düşününce, aklıma hep aynı melodi düşer.
Televizyonun üstündeki dantel örtü, etrafa yayılan hafif soba kokusu...
Ve
birden o tok, resmi ses:
"Şimdi... Türk Sanat Müziği’nin taçsız kraliçesi,
eşsiz sesi, zarif hanımefendisi... Uzun zamandır beklediğiniz o isim! Ve
karşınızda: EMEL SAYIN!"
Hemen
televizyonun önüne oturur, sırtımı divana yaslardım. Evdeki herkesin konuşması
kısılır, nefesler tutulurdu. O bir sanatçıdan daha fazlasıydı; o, benim
gelecekteki suretimdi.
Ah,
nasıl bir zarafet, nasıl bir duruş!
Büyüklerin
"Emel Sayın" dediği o kadının her bir mimiğini ezberlerdim. Şarkı
söylerken avucunu kalbine götürüşü, o tok bakışı... İşte o an, o ince, titrek
melodi başlardı... İlk şarkının ilk sözleri dökülürdü dudaklarından:
"Nasıl
geçti habersiz, o güzelim yıllarım..."
Sanki
bütün o hisler, bir kanaldan akıp bana geliyordu. Aynanın karşısına geçer,
radyodan dinlediğim şarkıları onun gibi okumaya çalışırdım. "Emel Sayın
olacağım," derdim kendi kendime. Bu bir kariyer hedefi değildi; bu, zarafetin
ve aşkla şarkı söylemenin ta kendisi olmaktı.
Hey
Gidi Günler Hey
Sonra
Yeşilçam perdesi açılırdı. Genellikle ona eşlik eden Tarık Akan olurdu… O
an, içimdeki küçük kızın kalbinde aşkın ilk çiçeği usulca açardı sanki.
Emel Sayın’ı Yeşilçam filmlerinde en çok Tarık Akan’la yan yana severdim. O yeşil yeşil masum buğulu, dürüst bakışları, yüzündeki o temiz gülüş… İki ismin yan yana gelişi, bende dünyanın en
saf, en temiz aşkının hayalini kurdururdu. Hele Emel Sayın’a bir bakışı vardı
ki, sanırsınız bütün dertler o an çözülürdü. Onlar kavuşunca, dünya bir tık
daha iyi bir yer olurdu sanki.
Şimdi
bile Tarık Akan’la oynadığı filmleri her izlediğimde sanki kalbimin zarına hala
hafifçe dokunurlar. O filmlerde aşkın kitaplardan değil, insanın ruhundan
öğrendiğim bir hali vardı. Saf, temiz, kokusuz bir aşk. Göz göze gelince
konuşan, susunca anlaşan, kırılınca inciten ama hep merhametli kalan bir aşk. O
filmlerdeki aşk sahneleri, bugünün karmaşık ilişkilerine hiç benzemezdi. Bir
elin tutuluşu, utanarak verilen bir çiçek, cam kenarında sessizce bekleyiş…
İşte
o anlar, bana aşkın sadece yüksek sesle söylenen sözlerden ibaret olmadığını
öğretti. Aşk, bir bakışta saklı kalabilirdi. Ben de o aşkı hayal ettim. Öyle
saf, öyle lekesiz, kimsenin bozamadığı bir sığınak gibi. Onların masumiyeti,
benim de ruhumu okşardı. O küçücük kalbimde, büyüyeceğim zaman yaşayacağım aşkın
hayalini çizerdim. Aşk, tıpkı Tarık Akan gibi dürüst olmalıydı.
İşte
bu yüzden, aşkın en derin ve saf hâlinin, sözcüklere gerek duymadan kalpte var
olabileceğini onlardan öğrendim; belki de o filmlerin dingin ışığı, bana bir
ömrün içinde saklı kalması gereken insan sıcaklığını öğretti. İnsan büyüyünce
unuttuğunu sanıyor ama unutmuyor; sadece içindeki küçük kız susuyor. Bugün o
küçük kız tekrar konuştu işte. “Biz ne güzel hayaller kurardık,” dedi. “Ne
güzeldi o ekranın karşısında gözlerini kocaman açıp aşka inanmak…”
Şimdi
geriye dönüp bakınca anlıyorum: O yılların naifliğiyle büyüyen bizler, bu
dünyanın sertliğine çarpsak da içimizde hâlâ o saf köşe duruyor. Belki
yorulduk, belki kırıldık ama eskiden sevdiklerimizin sesi hâlâ bizi tamir
edebiliyor.
Bugün
Emel Sayın’ın bir yaş daha aldığını öğrenince yüreğimin titremesi o yüzden.
Çünkü o sadece bir sanatçı değildi benim için; çocuk kalbimin masum öğretmeniydi.
Aşkın, zarafetin, inceliğin sessizce aktığı bir pınardı. Onu izlerken yüzüme
vuran o ışık hâlâ içimde bir yerde yanıyor.
Belki
Emel Sayın gibi olamadım, sahnelere çıkmadım. Ama onun gibi bakmayı, Tarık
Akan'ın filmlerindeki gibi saf sevmeyi hala deniyorum. Ve şunu biliyorum: O
günlerden kalan o duygu, o heyecan, o saf inanç… Hâlâ benim en değerli mirasım.
🕊️ O Günlerin Sessiz Mirası
Şimdi,
aradan yıllar geçti. Ne o siyah beyaz televizyon kaldı ne de o dönemin saf
sesi. Ama ne zaman Emel Sayın'dan bir şarkı duysam, ne zaman Tarık Akan'ın bir
fotoğrafını görsem, içimdeki o küçük kız çocuğu usulca başını kaldırır.
Onların
bana öğrettiği zarafet ve temiz kalp, hala içimde bir yerlerde duruyor.
Büyüdüm, hayallerim değişti, yollarım bambaşka yerlere saptı. Ama biliyorum ki,
o küçük tek odalı evde kurduğum hayaller, benim ruhumu besleyen en önemli
kaynaktı.
İnsan,
bazen en güzelini, en sade olduğu dönemde öğreniyor.
Ve
ne zaman dünya çok gürültülü gelse, gözlerimi kapatır, o siyah beyaz odanın
sessizliğine sığınırım. Orada, Mavi Boncuk ve onun dürüst aşığı, benim için
hala el ele…
Hey
gidi günler hey…
İnsan hangi yaşına gelirse gelsin, bazı şeylere dönünce yine çocuk oluveriyor. Ve
ne güzel, bazı insanlar hiç yaşlanmıyor.
İyi
ki doğdun, iyi ki seninle büyüdüm.
Okuyucuya
Son Söz
Sizin
de böyle, sizi büyüten siyah beyaz anılarınız var mı?
Hangi ses, hangi bakış sizi alıp o çocukluk günlerine götürüyor?
Sevgiyle Kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder