Siren
sesi çaldığında, her şey bir anda donar.
Zaman susar, nefesler kesilir, kalpler aynı anda bir ritimle atar: özlem.
O an, bir milletin kalbinde sessizce yankılanan o ses, aslında bir veda değil,
bir hatırlayıştır. Çünkü Atatürk, sadece bir tarihin içinde değil, bizim
yüreğimizin en derin yerinde yaşamaya devam eder.
Her
10 Kasım geldiğinde içim hem hüzünle dolar hem gururla. Bir yanım, “Keşke
görseydi bugünleri” derken; diğer yanım “Aslında o hâlâ görüyor” diye fısıldar.
Çünkü o sadece bir lider değildi; fikirleriyle, cesaretiyle, insan sevgisiyle
yaşamaya devam eden bir ruhtu.
O
yüzden ne kadar yıl geçerse geçsin, yüreğimizdeki o büyük hüzünle, her Kasım
sabahı aynı duyguyla uyanırız: Bir milletin babasını, bir öğretmenini, bir
dostunu ve bir umudunu özler gibi…
Bugün,
10 Kasım... Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ü ebediyete intikalinin yıl dönümünde anıyoruz. Ancak 10 Kasım, sadece
bir yas günü değil; aynı zamanda O’nun bıraktığı muazzam mirası ve vizyonu
idrak etme günüdür. Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü en net gösteren alanlardan
biri ise şüphesiz kadın haklarıdır. O, kadınların toplumdaki yerini, bir
ülkenin medeniyet seviyesinin en önemli göstergesi olarak kabul etti. Öyle ki,
Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimler, kadını nesne olmaktan
çıkarıp, kendi haklarının bilincine varan bir özne yapan köklü bir çağdaşlaşma
manifestosuydu.
Atatürk,
toplumun ilerlemesini, iki kanat metaforuyla anlatırdı: "Bir toplum, ancak
iki kanadıyla uçar." Bu kanatlardan biri eksikse, o toplum yükselemezdi.
Bu nedenle Türk kadınının toplumsal yaşamdaki yerini sağlamlaştırmak, O'nun
için en hayati reformlardan biriydi. Bu vizyonun ilk ve en temel adımı eğitimde
eşitlik oldu. Kız çocuklarının eğitimi önündeki tüm engeller kaldırılarak,
kadınların ilim ve fen yolunda ilerlemesinin önü açıldı. Asıl tarihi adımlar
ise yasal reformlarla atıldı.
1926
yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu, Türk kadınının hukuki varlığını
güvence altına alan bir milattı. Bu kanunla kadınlara tek eşlilik, boşanma
hakkı, mirasta eşitlik ve mahkemede tanıklık hakkı gibi temel haklar tanındı.
Kadın, erkeğiyle aynı hukuki statüye yükseltildi. Ardından gelen siyasi haklar,
bu devrimin en çarpıcı kanıtıdır. 1930’da belediye, 1933’te muhtarlık
seçimlerine katılma hakkını elde eden Türk kadını, nihayet 1934 yılında Milletvekili
Seçme ve Seçilme Hakkı’na kavuştu. Bu devrim, sadece Türkiye için değil, dünya
için de tarihi bir ders niteliğindedir. O yıllarda Fransa, İtalya, İsviçre gibi
birçok Batı ülkesinde kadınlar henüz siyasi haklara sahip değilken, Türk kadını
bu hakkı dünya kamuoyu önünde bir onur belgesi olarak almıştır.
Bugün
ülkemin haline bakarım; içim burkulur. Ama sonra bir çocuğun gözünde parlayan
ışığı, bir kadının dimdik yürüyüşünü, bir gencin kalbinde hâlâ yanan o ateşi
görünce bilirim ki; O hâlâ burada. Her dilde, her yürekte, her doğru insanda.
Atatürk'ün
amacı yalnızca kanun çıkarmak değildi; aynı zamanda zihinlerdeki cinsiyetçi
duvarları yıkmak, toplumun tüm katmanlarında kadının aktif ve eşit katılımını
sağlamaktı. O’nun eşsiz mirası, bugün de bizlere yol göstermektedir. Kadınların
iş yaşamında, siyasette, bilimde var olması ve aktif rol alması, O’nun bize
emanet ettiği çağdaşlık hedefine ne kadar yaklaştığımızın en önemli
göstergesidir. Bizim görevimiz onu sadece anmak değil, yaşatmak. Çünkü
Atatürk’ü yaşatmak, özgürlüğü, vicdanı, insanı yaşatmaktır. Ve biz, bunu
yaptıkça, o hiçbir zaman ölmeyecek.
Bugün,
O'nu anarken, sadece hatırasına saygı duruşunda bulunmakla kalmıyoruz; aynı
zamanda bıraktığı en değerli emanet olan eşitlik, özgürlük ve çağdaşlık
idealini savunacağımıza dair de yemin ediyoruz. "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar
üzerinde göklere yükselmeye layıksın!" diyen Atamızın izinde, O'nun
vizyonunu ilelebet yaşatmak boynumuzun borcudur. Ruhun şad olsun Atam, emanet
emin ellerde.
Sonsöz
Sen
gittin ama biz hâlâ senin yolundayız, Paşam.
Her sabah doğan güneşin ardında senin ışığını arıyoruz.
Bir çocuk selam verdiğinde, bir kadın kendi ayakları üzerinde durduğunda, bir
genç “Benim de bir hayalim var” dediğinde, oradasın.
Bazen
rüzgârda bir özlem gibi, bazen bir marşın içinde yankılanan bir ses gibi
duyuyoruz seni.
Yokluğunla bile var olmayı başaran tek adamsın sen.
Biz seni yalnızca 10 Kasım’da değil, her gün, her adımda, her umutta yaşıyoruz.
Toprağın
değil; gönlün evladı oldun bu milletin.
Ve bu millet seni hiç unutmadı, unutmayacak da.
Sevgiyle kalın..


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder