Her geçen gün, daha da ürkütücü manşetlerle gözümüzü
açıyoruz. Henüz çocuk sayılabilecek yaşta, 14 yaşındaki gençlerin cinayet
işlediğini öğreniyoruz. Daha da acısı, bunu bir oyun sanacak kadar vicdanlarını
yitirdiklerine tanık oluyoruz. Bir insanın canını almak, onların
gözünde bir oyundan farksız hâle gelmiş. Ancak bu noktada sadece
bireyleri suçlamak yetmez; asıl bakmamız gereken yer, toplumun aynasıdır. Çünkü
bu tablo, hepimizin içinde bulunduğu büyük çürümenin yansımasıdır.
Bu çürüme, genç nesillerde kendini daha da belirgin
hale getiriyor. Yasaklı madde kullanımı, resmi verilere göre
son yıllarda gençlerde artış gösteriyor. TÜİK’in 2024 verilerine göre, güvenlik
birimlerine getirilen çocukların %8,2’si uyuşturucuyla tanışmış durumda. Ortalama
başlangıç yaşı 21 görünse de, bazı bölgelerde bu yaşın 13-14’e kadar düştüğü
raporlarda açıkça belirtiliyor. Sokak ortasında kadınların öldürüldüğünü,
kıyafetleri nedeniyle yargılandığını ve bu yargıların bazen cinayet gerekçesi
yapıldığını görüyoruz. Kadınların hayatı hiçe sayılıyor. Çocukların ve
savunmasızların hayatı da aynı vicdansızlıkla yok ediliyor.
Bu çürüme, genç nesillerde ve savunmasızlarda kendini
daha da belirgin hale getiriyor. Yasaklı madde kullanımı, resmi verilere göre
son yıllarda gençlerde artış gösteriyor. TÜİK’in 2024 verilerine göre, güvenlik
birimlerine getirilen çocukların %8,2’si uyuşturucuyla tanışmış durumda.
Ortalama başlangıç yaşı 21 görünse de bazı bölgelerde bu yaş 13-14’e kadar
düşüyor. Çocuklar daha oyun çağında uyuşturucunun pençesine düşüyor,
bağımlılıkla boğuşuyor, aileler ise sessiz çığlıklarla
dağılıyor. Sokak ortasında kadınların öldürüldüğünü, kıyafetleri
nedeniyle yargılandığını ve bu yargıların bazen cinayet gerekçesi yapıldığını
görüyoruz. Aynı şekilde, bir baba, bir koca ya da bir sevgili
tarafından hunharca katledilen kadınların haberi de artık sıradan bir akşam
bülteni detayı hâline geldi. Bu tablo, kadınların hayatının
hiçe sayıldığını, çocukların ve savunmasızların hayatının aynı
vicdansızlıkla yok edildiğini gösteriyor. Kadınlar en güvenmesi gereken
ellerde hayatlarını kaybediyor; çocuklar, en çok korunması gereken yaşlarda
suça bulaşıyor; gençler ise zehirli maddelere teslim oluyor. İşte tüm
bunlar, toplumun derinleşen krizinin görünür yüzleri.
Peki, nasıl bu noktaya geldik?
Çürümenin Temel Sebepleri :
Gelir eşitsizliği: Bir toplumun
çöküşünü hızlandıran en büyük etkenlerden biri gelir eşitsizliği. OECD
raporlarına göre Türkiye, gelir dağılımında en adaletsiz ülkelerden
biri. Şehirlerde bir yanda lüks yaşam yükselirken, diğer yanda aileler
asgari ücretle geçinmek için mücadele ediyor, emekliler ise hepten perişan bir
durumda. Üniversite mezunu gençler, yıllarca emek verip okudukları halde kendi
alanlarında iş bulamıyor. Genç işsizlik oranı %20’nin üzerinde. Hayalleri
ellerinden alındığında, umutsuzluğa kapılıyor, çaresizlik bunalıma dönüşüyor.
İşsizlik, yoksulluk ve çaresizlik, toplumsal şiddetin gizli birer tetikleyicisi
hâline geliyor.
Aile terbiyesi ve değerlerin aşınması: Diğer önemli bir faktör olarak aile terbiyesi ve değerlerin aşınması da bu
tabloyu derinleştiriyor. Bu durumun kökenine baktığımızda, sosyologlar çocuğun
ilk değer eğitimini aileden aldığına dikkat çeker. Ancak ekonomik baskılar ve
modern hayatın hızı, ebeveynleri çocuklarından uzaklaştırıyor. Sevgi, saygı,
empati ve vicdan gibi temel kavramlar küçük yaşta verilmediğinde, bu eksiklik
genellikle yetişkinlikte vicdansızlığa ve acımasızlığa kaymalarına yol açıyor.
Bu bağlamda, bir çocuğun öldürmekten zevk alacak noktaya gelmesi yalnızca
bireysel bir sorun değil; aileden başlayarak çevreye, okula ve nihayetinde
bütün sistemin başarısızlığının bir yansımasıdır
Eğitimin yozlaşması: Ve elbette eğitimin yozlaşması ise bu çürümenin temel
taşlarından. Türkiye’de eğitim sistemi yıllardır sürekli değişiyor;
istikrarsızlık, gençlerin hem ruhsal hem de akademik gelişimini olumsuz
etkiliyor. Sınav sistemlerinin adaletsizliği, ezbere dayalı müfredatlar,
çocuklara düşünmeyi değil susmayı öğreten anlayış… Tüm bunlar gençlerin
sorgulama yeteneğini köreltiyor. Oysa sorgulamayan birey, kolayca şiddeti ve
ayrıştırmayı kabullenebiliyor. Okullar, gençlere gelecek vaat etmek yerine
onları bir yarış atı gibi koşturuyor.
Hukukun Caydırıcılığı Nerede?
Bir başka büyük problem ise adaletin zayıf
caydırıcılığı. Suç işleyenlerin, hak ettikleri cezayı almadığına şahit oldukça,
suçun işlenmesi daha da sıradanlaşıyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre
cezaevinde bulunanların önemli bir kısmı “tekrar suç” işleyenlerden oluşuyor.
Bu, cezaların caydırıcı olmadığını net biçimde gösteriyor. Cinayet
işleyen, kadına şiddet uygulayan ya da çocukların hayatını karartanlar, çoğu
zaman “iyi hâl indirimi” gibi akla sığmaz gerekçelerle adeta ödüllendiriliyor. Hukukun
gücü zayıfladığında, vicdan zaten kaybolmuşsa, geriye kalan tek şey kaos
oluyor.
Çözüm Nerede?
Bu noktada sadece “umutlu olalım” demek yeterli değil.
Gerçekçi ve çözüm odaklı adımlar atılmalı.
Eğitim sistemi kökten gözden geçirilmeli: Çocuklara vicdan, empati ve sorumluluk bilinci aşılanmalı.
Gelir eşitsizliği azaltılmalı: Gençlere hayallerini gerçekleştirecek iş imkânları sunulmalı.
Ailelerin sorumluluğu yeniden hatırlatılmalı: Çocuklara sevgi ve değer kazandırmanın önemi vurgulanmalı.
En önemlisi, hukuk kuralları caydırıcı hâle
getirilmeli: Ceza, gerçekten ceza olmalı; adalet,
toplumun güven duygusunu yeniden tesis etmeli.
Toplum, bir bütün olarak çürüyor. Bu çürümenin önüne
geçmek ise ancak kök sebeplerle yüzleşmekten ve cesurca çözüm üretmekten
geçiyor. Aksi hâlde, yarın bir başka 14 yaşındaki çocuğun cinayet işlediği
haberiyle yine sarsılacağız. Ya da televizyon ekranlarında, “bir kadın daha
öldürüldü” başlığına uyanacağız, ya da yasaklı maddeler yüzünden
kararan hayatlara tanık olacağız. Ve işte o zaman, kaybolan
şeyin sadece birkaç hayat değil, koskoca bir toplumun geleceği olduğunu çok geç
fark edeceğiz.
Sevgiyle Kalın..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder