Gaziosmanpaşa Belediyesi'nde yaşananlar, adeta bir tiyatro sahnesini andırıyor, ama sahnedeki oyun hiç de masum değil. Ortada ne işlenmiş bir suç, ne hazırlanmış bir iddianame, ne de kesinleşmiş bir yargı kararı varken, seçilmiş bir belediye başkanının görevden uzaklaştırılması ve yerine siyasi bir manevrayla başka bir ismin getirilmesi, ne yazık ki demokrasiye vurulan ağır bir darbedir. Bu yaşananları anlamak için kalın hukuk kitaplarına değil, sadece adil bir vicdana bakmak yeterlidir.
31 Mart seçimlerinde Gaziosmanpaşa halkı, hür iradesiyle sandık başına gitti ve tercihini yaptı. Oy çokluğuyla CHP'li Hakan Bahçetepe'yi belediye başkanı seçti. Bu, demokrasinin ta kendisiydi; halkın kendi kendini yönetme hakkının en somut tecellisi. Ancak henüz bir yılını bile doldurmamışken, bir soruşturma bahanesiyle gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla her şey değişti. O an, sadece bir başkanın değil, ona oy veren binlerce seçmenin iradesi de hukuksuz bir şekilde askıya alındı. Bu artık yalnızca bir kişiyle ilgili bir mesele değil; doğrudan demokrasinin ruhuna yönelmiş sistematik bir tehdittir.
Tarihten Acı Dersler ve Büyük Düşünürlerin Seslenişi:
Tarih, gücün halk iradesi pahasına ele geçirildiği anti-demokratik müdahalelerle doludur. Roma’da Sezar’ın yükselişi, cumhuriyetin çöküşüne giden yolda halk desteğinin nasıl bir tek adam rejimine dönüşebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Sezar, halkın sevgisini kazanmıştı; fakat senatonun endişelerini hiçe sayarak, cumhuriyeti fiilen sona erdiren bir güce erişti. Daha yakın tarihte, Latin Amerika’daki askeri darbeler ise seçilmiş hükümetlerin keyfi biçimde devrilip yerine baskıcı rejimlerin getirilmesiyle demokrasilerin nasıl yıkıma uğradığını acı şekilde gözler önüne serdi. Bu örneklerde de, tıpkı bugün Gaziosmanpaşa Belediyesi'nde yaşandığı gibi, hukuki kılıfa büründürülmeye çalışılan ama özünde iktidar hırsıyla şekillenmiş müdahaleler söz konusudur.
Büyük Düşünürlerin Uyarıları:
John Locke, iktidarın ancak halkın rızasıyla meşru olabileceğini savunur. Ona göre doğal haklar, yaşam, özgürlük, mülkiyet çiğnendiğinde, iktidarın varlık nedeni ortadan kalkar. Gaziosmanpaşa Belediyesi'nde yaşananlar, halkın seçim sandığına yansıyan iradesinin yok sayılmasıyla, Locke’un işaret ettiği meşruiyet ilkesinin açıkça çiğnendiğini gösteriyor.
Montesquieu’nün uyarısı da nettir: Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız değilse, adalet keyfiyete teslim olur. Oysa burada, yargı henüz karar vermemişken, siyasi bir müdahaleyle seçilmiş başkanın görevden alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesine ağır bir darbedir. Hukukun siyasete alet edilmesi, yargının bağımsızlığını zedeler ve adalet duygusunu köreltir.
Çifte Standart ve Sessizliğin Tehlikesi:
Şimdi bir an durup düşünelim: Aynı olay, siyasi olarak farklı bir ilçede ve ters yönde yaşansaydı, yine aynı sessizlik hâkim olur muydu? Belli ki Türkiye’de bazı iradeler dokunulmaz, bazıları ise kolayca gözden çıkarılabilir. Bazı seçilmişler korunur, bazıları yok sayılır. Ve ne acıdır ki, bu çifte standarda da “hukuk” adı verilir. Bu durum yalnızca bugünü değil, geleceğimizi de tehdit ediyor. Çünkü bir kez emsal teşkil ettiğinde, benzer müdahalelerin önü açılır. Hukuk devleti ilkesi yara alır, halkın sandığa olan inancı sarsılır, siyaset kurumu yıpranır ve kutuplaşma derinleşir. Hukukun üstünlüğü yerine siyasi gücün üstünlüğü geçerse, toplumsal barışın da temelleri sarsılır. Aristoteles’in dediği gibi: “Adalet, bir toplumun düzenidir. O bozulursa, toplum kalabalığa dönüşür.” Gaziosmanpaşa’da bozulan sadece bir başkanlık makamı değil, halkın kendi iradesine duyduğu güven duygusudur. Ve bu güven bir kez yitirildiğinde, tekrar inşa edilmesi kolay olmayacaktır.
Demokrasinin Temeli: Seçim ve İradeye Saygı:
Unutmamalıyız ki demokrasinin temeli, halkın özgür iradesiyle seçtiği temsilcilerden oluşur. Seçimler, yalnızca oy pusulalarından ibaret bir süreç değil; halkın kaderini belirleme hakkının en somut ifadesidir. Eğer bir başkan, hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın görevden alınıyor ve yerine siyasi tercihlere göre bir başka isim atanıyorsa, bu durum yalnızca bir göreve müdahale değil, halkın iradesine yapılmış açık bir saygısızlıktır. Bu da demokrasinin özüne yöneltilmiş ciddi bir tehdittir.
Ortak Görevimiz: Sesimizi Yükseltmek:
Bu gibi durumlar karşısında sessiz kalmamak, demokrasiye sahip çıkmak ve hukukun üstünlüğünü savunmak hepimizin ortak görevidir. Zira tarih, sessiz kalanların değil; adaleti, hakkı ve halk iradesini savunanların kaleminden yazılır. Tarihten aldığımız dersler ve büyük düşünürlerin sesleri, bugün yaşadığımız bu haklı isyanı ve derin endişeyi anlamak ve anlatmak için bize ışık tutmalı.
Yarın daha ağır adaletsizliklerle karşılaşmamak için bugün suskun kalmamalı, sesimizi yükseltmeliyiz.
Sevgiyle Kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder