Geçtiğimiz senelerde Hollanda'daydım. Hani o her köşesinde bir bisikletli göreceğinizi duyduğunuz, ama gidince de şaşırmaktan kendinizi alamayacağınız bir ülke... Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sokağa adım attığımda, kulağıma çarpan ilk ses araba kornaları ya da motor gürültüsü değil, bisiklet zilleriydi. Çocuklar okula, yetişkinler işe, yaşlılar pazara... Herkes pedal çeviriyordu. Ne trafik var, ne korna sesi. Sadece özgürlüğün sesi... İşte o an düşündüm; nasıl oldu da kapitalizm burada bisiklete "evet" dedi, böylesine kucak açtı bu iki tekerlekli dosta?
Düşündükçe görüyorum ki, orada kapitalizm sadece tüketmek değil, sürdürülebilirlikten kazanç sağlamayı da öğrenmiş. Bisiklet, sadece bir ulaşım aracı değil, bir yaşam tarzı olduğu kadar devasa bir endüstri haline gelmiş. Elektrikli bisikletler, özel üretim modeller, aksesuarlar, bakım servisleri, bisiklet turizmi… Hepsi para kazandırıyor. Üstelik yalnızca şirketlere değil, devlete de kazandırıyor bu akıllı sistem.
Daha da önemlisi, bisikletli bir yaşamın getirdiği görünmez faydalar var. Sağlık sistemi üzerindeki yük azalmış. Daha sağlıklı bir toplum, daha az ilaç kullanımı, daha az hastane masrafı demek. İnsanlar hareketli, doğa daha temiz. Yani en basitinden yaşamak daha ucuz, daha keyifli. Bir de şehir planlamasına bakın; şehir planlaması sadeleşti. Otopark yerine park yapıyorlar, otoyol yerine bisiklet yolu. Hem maliyet düşük hem yaşam kalitesi yüksek. Kapitalizm orada yön değiştirdi, parayı doğayı tahrip ederek değil, yaşatarak kazanmaya başladı. Ama bu öyle kendiliğinden olmadı. Bunun için vizyoner bir devlet, uzun vadeli planlar ve en önemlisi halkın çıkarını düşünen yöneticiler gerekiyordu.
Peki bizde neden olmuyor? Olur mu sahiden bir gün? Ben bir emekli olarak bisikletle pazara gitmeyi hayal bile edemem. Çünkü ya arabaların arasında ezilirim ya da kaldırımlarda azar işitirim. Bu acı bir gerçek, değil mi? Gözlerimi kapatıp düşündüğümde, nedenlerini bulmak çok da zor olmuyor.
Sanırım en başta, kısa vadeli çıkarlar, uzun vadeli çözümlerin önünde duruyor. Bir araba satışı, onlarca yıl pedal çeviren bir insanın topluma sağlayacağı katkıdan daha kıymetli sanki. Çünkü araba satışı bugün para getirir, cebi doldurur; bisikletin faydası ise sabır ister, uzun vadede kendini gösterir.
Ve tabii ki, otomotiv sektörü her şeyi belirliyor. Devletin büyük bir vergi geliri var bu sektörden. Kasko, akaryakıt, bakım, yedek parça... Hepsi kazanç kapısı. Oysa bir bisikletlinin devlete getirisi sadece daha az hasta olması. Bu da kısa vadede "kâr" gibi görünmüyor, gözle görülür bir kazanç gibi durmuyor.
İşin bir de altyapı ve kültür boyutu var. Altyapı yok. Kültür yok. Cesaret yok. Şehirler bisikletliye göre değil. Ne yol var, ne güvenlik. Üstelik bisiklete binen "ya çocuktur ya da parası yoktur" gibi basmakalıp bir algı var. Oysa bisiklet, dünyada özgürlüğün ve sağduyunun sembolü. Bizim bu algıyı kırmamız, zihniyetimizi değiştirmemiz gerekiyor.
O zaman soralım kendimize: Neden bizde olmuyor? Belki cevabı biliyoruz: Çünkü bizde yönetenler değil, satıcılar ön planda. Çünkü bizde geleceği düşünen değil, bugünü pazarlayan kazanıyor. Bu düşünce biraz canımı sıksa da, içimde bir yerlerde hep bir umut parıltısı var.
Belki bir gün, bir vapur sesi gibi sessiz ama derin bir uyanış olur. Ve biz de pedal çevirirken özgür hissederiz kendimizi. O gün geldiğinde, belki ben de bisikletime binerim. Ve bu yazıyı hatırlarım, içimde bir tebessümle.
Belki zor olacak… Ama bir gün, bu ülkenin sokaklarında çocuklar bisikletle gülerek dolaşacak. Korna seslerini kuşlar bastıracak. Egzoz dumanı değil, çiçek kokusu dolacak havaya. Çünkü biz değişirsek, her şey değişebilir. Yeter ki vazgeçmeyelim hayal kurmaktan. Yeter ki o hayali pedal çevirerek gerçeğe dönüştürelim. Bu ülke buna değer, biz buna değeriz.
Görüşmek Üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder