İtiraf etmeliyim, bazen en kalabalık odada bile o tanıdık, tuhaf his kaplar içimi: yalnızlık. Hani herkesin kahkahalar attığı, müziğin kulakları sağır ettiği bir anın ortasında bile birdenbire gelen o garip boşluk hissi. Modern dünya, bizi birbirimize hiç olmadığı kadar bağlayan teknolojilerle dolu; akıllı telefonlar, sosyal medya, sürekli bildirimler, hızla akan mesajlar, paylaşımlar, sürekli çevrimiçi olma hâli... Ama ironik bir şekilde, sanki tam da bu "bağlantılar" bizi köklerimizden koparıyor, değil mi? Gerçek bağları unutturuyor.
Bir akşamüstü, pencereden dışarı bakarken kendime sordum: "Bu yalnızlık, bir eksiklik mi yoksa bir keşif alanı mı?" Çoğu zaman yalnızlıktan korkarız. Kalabalıkta kaybolmak daha kolay gelir. Oysa yalnızlık, insanın kendi sesini en net duyduğu anlardan biri değil mi?
Bir arkadaşım geçenlerde aynen şöyle dedi: "Sosyal medyada yüzlerce arkadaşım var ama bir başım ağrısa arayabileceğim üç kişi ya var ya yok." Başımı salladım, hak verdim. Bu, yaşadığımız çağın en büyük çelişkilerinden biri. Yan yana durup telefonlarımıza gömüldüğümüz anlar, aslında en derin yalnızlığı hissettiğimiz anlar olabilir. Göz teması kurmak, bir insanın ses tonundaki iniş çıkışları dinlemek, bir elin sıcaklığını hissetmek... Bunların hepsi ne kadar da kıymetliymiş meğer.
Bir arkadaşım geçenlerde aynen şöyle dedi: "Sosyal medyada yüzlerce arkadaşım var ama bir başım ağrısa arayabileceğim üç kişi ya var ya yok." Başımı salladım, hak verdim. Bu, yaşadığımız çağın en büyük çelişkilerinden biri. Yan yana durup telefonlarımıza gömüldüğümüz anlar, aslında en derin yalnızlığı hissettiğimiz anlar olabilir. Göz teması kurmak, bir insanın ses tonundaki iniş çıkışları dinlemek, bir elin sıcaklığını hissetmek... Bunların hepsi ne kadar da kıymetliymiş meğer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder