7 Eylül 2025 Pazar

SONBAHARIN EŞSİZ HÜZNÜ


Her mevsimin kendine has bir cazibesi, bir güzelliği vardır. Kimisi baharın taze yeşiline vurulur, kimisi yazın sıcak ve uzun günlerine, kimisi de kışın sessiz ve saf beyazlığına. Ama hiçbir mevsim, sonbaharın o eşsiz, o gizemli ve bir o kadar da hüzünlü büyüsünü barındıramaz içinde. Sonbahar, doğanın bütün hünerini sergilediği, sanki bir ressamın paletindeki bütün renkleri cömertçe kullandığı bir mevsimdir.

Sanki doğa, vedalaşmadan önce en güzel giysilerini giyer. Ağaçların yaprakları, sarının en canlı tonundan, turuncunun en parlağına, kırmızının en iddialısına kadar bin bir renge bürünür. Rüzgâr, bir zamanlar hayat dolu bu yaprakları nazikçe dallarından koparıp yere serer. Yerde, bir zamanların neşeli yaprakları, şimdi sessizce bir halı gibi serilir. Onların üzerinde yürüdüğünüzde çıkan hışırtı, sanki geçmişin bir fısıltısı, bir anısıdır. Bu hışırtı, insana hem huzur verir hem de içten içe bir hüzünle doldurur. Siz hiç bir ağacın dalından düşen yaprağı elinize alıp uzun uzun baktınız mı? O küçücük yaprak bile insana yaşamın ve bitişin tüm hikâyesini fısıldar.

Sonbahar, bize hayatın döngüsünü, değişimin kaçınılmazlığını anlatır. Her bitişin, yeni bir başlangıç olduğunu, her solgunluğun ardında yeni bir yeşilin saklı olduğunu fısıldar. Yani aslında sonbahar, çoğu kişinin sandığı gibi sadece bir “veda” değildir; aynı zamanda bir “hazırlık ”tır. Yeni filizlerin, yeni umutların öncesinde sessiz bir toparlanmadır. Bu yüzden sonbahar sadece bir mevsim değil, aynı zamanda bir duygu, bir bilgeliktir. O, bize durup düşünmeyi, içimize dönmeyi, ruhumuzu dinlendirmeyi öğretir. Gecelerin uzadığı, havanın serinlediği bu günlerde, evlerimizin sıcaklığında bir fincan çay veya kahve eşliğinde, pencereden dışarıyı seyretmekten daha keyifli ne olabilir ki?

Ama işte tam da bu noktada, bireysel huzurun ötesine geçip toplumsal bir ders çıkarmak gerekir. Çünkü sonbahar sadece doğanın bize anlattığı bir hikâye değildir; aynı zamanda hayatımızın, toplumumuzun da aynasıdır. Yapraklar nasıl dalından düşerken kimseye ayrıcalık tanımıyorsa, adaletin de herkese eşit işlemesi gerekir. Oysa biz biliyoruz ki bu topraklarda adalet, sonbaharın yaprakları kadar eşit dağılmıyor. Mevsimler kimseyi kayırmazken, insanlar birbirini kayırıyor. Bugün sokaklarda montsuz bir çocuk titrerken, başka bir çocuk vitrinlerde marka seçiyor. Bir evde soba tüterken, diğerinde kaloriferin derecesi tartışılıyor. Sizce de doğanın eşitliğiyle insanların eşitsizliği arasındaki uçurum, her sonbaharda daha görünür hâle gelmiyor mu? Tam da bu çelişkinin ortasında sonbaharın sessiz dersi kulağımıza çalınıyor: “Hiçbir güç, hiçbir iktidar, hiçbir zenginlik sonsuz değildir.”

Evet, sonbahar bir hüzün mevsimidir. Ama bu hüzün, yıkıcı değil, tam tersine yapıcı ve olgundur. Bizi kendi hayatımızla, kendi toplumumuzla yüzleştirir. Kendi içimizdeki hesaplaşmayı yapmamızı ister. Çünkü doğa her yıl bu döngüyü yeniden yaşıyor: çürüyen yapraklar toprağa karışıyor, toprak yeniden can buluyor. Biz de öyle yapabiliriz. Çürümüş olanı geride bırakıp, geleceğe yeni bir filiz armağan edebiliriz. Belki de hepimizin hayatında bir sonbahar vardır; bir dönemin kapanışıyla içimize çöken hüzün ama aynı zamanda yeni bir başlangıcın sessiz müjdesi… Ben kendi hayatımda da bunu gördüm: en ağır bitişlerin ardından, hiç ummadığım anlarda yeni bir bahar filizleniverdi.

Bu yüzden sonbahar, nasıl sevilmez ki? O, sadece bir mevsim değil, aynı zamanda bir şiir, bir resim, bir müzik eseridir. Ama aynı zamanda da en dürüst öğretmenimizdir. Bize hem bireysel hem de toplumsal olarak şunu fısıldar: “Bitişlerden korkma. Çünkü her bitiş, adaletle ve sabırla yaşanırsa, yeni bir başlangıcın tohumudur.”

Sevgiyle Kalın..

Arzu SEKİN 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...