Köprüler Kurmak: Barışın ve Adaletin
Yegane Yolu
Gürültülü bir çağda yaşıyoruz. Her yanımız sloganlarla, keskin fikirlerle ve aşılması zor duvarlarla çevrili. Bu duvarlar, sadece fiziksel olarak değil, zihinlerimizde ve kalplerimizde de yükseliyor. Bizi "bizden olanlar" ve "ötekiler" diye ayırıyor, farklılıklarımızı bir zenginlikten ziyade bir tehdit olarak görmemize neden oluyor.
Tüm o gürültünün, bitmek bilmeyen tartışmaların ve keskin siyasi
ayrılıkların arasında gözden kaçırdığımız, ama belki de en hayati olan bir
gerçek var:
Eğer barışı, huzuru ve adaleti gerçekten arıyorsak, partilerde, sloganlarda
ya da oylarda değil; en derinde, birbirimizi anlamakta, duymakta ve görmeye
çalışmakta aramak zorundayız.
Düşünün; tarih boyunca büyük değişimler, sadece
liderlerin kararlarıyla değil, insanların
birbirini anlaması ve birlikte hareket etmesiyle mümkün olmuştur. Roma
İmparatorluğu’nun en güçlü dönemlerinde bile, farklı halkların ortak bir
anlayış ve uzlaşıyla yan yana durması bir köprü vazifesi görmüştür.
📌 “Bir ülkenin geleceği, sadece yasalarla değil;
kalpler arası köprülerle inşa edilir.”
Kutuplaşmanın
Derin Yarıkları
Çevremize baktığımızda, kutuplaşmanın, ötekileştirmenin, farklılıklara tahammülsüzlüğün
giderek arttığını görüyoruz. Bu sadece sokakta değil, evin içinde, sofrada,
hatta kardeşler arasında bile kendini hissettirmeye başladı. Sanki aynı gemide
yolculuk etmiyor, farklı kıtalarda yaşıyormuşuz gibi bir algı yaratılıyor. Oysa
gemi batarsa, içindeki herkes aynı denize düşmeyecek mi? İşte
bu, bireysel farklar yerine ortak
kaderimizi görmenin ne kadar hayati olduğunu gösteriyor.
Siyasi tercihlerimiz, dünya görüşlerimiz, yaşam tarzlarımız üzerinden
keskin sınırlar çiziliyor. Ve bu sınırlar, zamanla aşılmaz duvarlara dönüşüyor.
Duvar büyüdükçe, hem kalbimizin sesini hem de birbirimizin nefesini duyamaz
hale geliyoruz.
Aynı
Gökyüzünün İnsanlarıyız
Oysa unuttuğumuz şey şu: Hepimiz aynı toprağın, aynı gökyüzünün
insanlarıyız. Aynı hayallerle, aynı korkularla yoğrulmuşuz.
📌 “Parti bayrakları değişse de, insan kalbi
aynıdır.”
Bir anne çocuğunun sağlığı için dua ederken, hangi partiye oy verdiği
önemini yitirir. Bir baba evine ekmek götürmenin telaşındayken, ideolojik
farklılıklar değil, alın terinin hakkı önem kazanır. Bir
genç, yarınlarına dair umut ararken, siyasi kutupların kavgalarından çok,
adaletin gölgesinde huzurla büyümek ister.
Bunu anlamak, bir insanın gözünden dünyayı görmeye çalışmakla başlar. Tıpkı bir ressamın, her rengin tonunu anlamadan tabloyu tamamlayamaması gibi; toplumu da ancak her bireyin sesini duyup anlayarak tamamlayabiliriz.
Sanki sihirli bir değnek değse ve herkes "bizim" gibi düşünse,
tüm sorunlar çözülecekmiş gibi bir yanılgıya kapılıyoruz. Ama tarihe
baktığımızda, tek sesli toplumların değil; çok sesliliğe tahammül edebilen,
farklılıklardan güç devşirebilen toplumların ayakta kalabildiğini görüyoruz. Antik
Yunan şehir devletlerinden günümüze, farklı düşüncelerin çatışması çoğu zaman
yenilik ve ilerlemenin kaynağı olmuştur.
Farklı düşünenleri düşman ilan etmek, onları yok saymak, kendi
inançlarımızın mutlak doğru olduğuna inanmak... İşte tam bu noktada, o çok
kıymetli şeyi, birbirimizi anlama çabasını, yani insan olmanın en zarif yönünü
kaybediyoruz. Oysa farklı düşünceler, tıpkı bir orkestranın farklı enstrümanları gibi, bir araya geldiğinde çok daha güçlü ve ahenkli bir melodi oluşturabilir.
Empatinin
Gücü
Oysa barışın da, huzurun da, adaletin de mayası; karşıdaki insanın ne
düşündüğünü, ne hissettiğini anlamaya çalışmaktan geçer. Onun da kendi
sebepleri, kendi doğruları, kendi acıları olabileceğini kabul etmekten. Empati
kurmaktan, yani kendimizi onun yerine koyarak dünyayı onun gözünden görmeye
çalışmaktan.
📌 “Dinlemek, çoğu zaman bağırmaktan daha güçlü bir
eylemdir.”
Belki de işte tam o an, bizden çok farklı görünen bir insanla aramızdaki
benzerlikleri fark edeceğiz. Çünkü özünde her insan, sevilmek,
anlaşılmak ve değer görmek ister.
Siyaset
Değil, Kalpler Arası Köprüler
Siyasi arenada sıkça tanık olduğumuz parti değiştirmeler, günü kurtaran
taktikler olabilir belki. İktidar dengelerini değiştirebilir, kısa vadeli
sonuçlar doğurabilir. Ama kalıcı barışı, gerçek huzuru, kökleri sağlam adaleti
tesis edebilir mi? Sanmıyorum. Çünkü gerçek değişim, zihinlerde ve kalplerde
başlar.
📌 “Gerçek değişim, kürsülerde değil; insanların
birbirine bakışında başlar.”
Bir ülkenin geleceği, sadece yasalarla değil;
kalpler arası köprülerle inşa edilir. Tarihte de böyle olmuştur: Büyük
imparatorlukları güçlü kılan şey, sadece orduların kılıcı değil; halkların bir
arada yaşama iradesiydi.
Çok
Sesliliğin Gücü
Birbirimize karşı duyduğumuz anlayış ve saygı arttıkça, farklılıklara
tahammülümüz güçlendikçe, o zaman gerçek bir dönüşüm yaşayabiliriz. Birlik
dediğimiz şey, herkesin aynı şeyi düşünmesi değil; farklılıkların ortak bir
paydada yan yana durabilmesidir.
Birbirimizi anlamak, aynı fikirde olmak anlamına gelmez elbette.
Farklılıklarımızla bir arada yaşama becerisini geliştirmek demektir. Herkesin
sesinin duyulduğu, her görüşün değer gördüğü, adil ve kapsayıcı bir toplum inşa
etmek demektir.
📌 “Bir şarkıyı güzelleştiren, farklı notaların bir
araya gelişidir.”
Bir düşünün; bir şarkı sadece tek bir notadan ibaret olsaydı, kulağa nasıl
tekdüze gelirdi. Oysa melodiyi güzelleştiren farklı notaların bir araya
gelişidir. Toplum da böyledir.
Köprülerin
Dili
Öyleyse, gelin bugün o keskin sınırları biraz olsun yumuşatalım. Farklı düşündüğümüz
insanlara karşı önyargılarımızı bir kenara bırakıp, onları dinlemeye çalışalım.
Neden böyle düşündüklerini anlamaya odaklanalım. Çünkü dinlemek, çoğu zaman
bağırmaktan daha güçlü bir eylemdir.
Unutmayalım ki, en büyük köprüler en derin uçurumların üzerine kurulur. Ve barışa, huzura, adalete giden en sağlam köprü, birbirimizi anlamaktan geçecektir.
📌 “En büyük köprüler, en derin uçurumların üzerine
kurulur.”
Parti bayrakları değişse
de, insan kalbi aynıdır. Önemli olan, o kalplere dokunabilmek, ortak bir
insanlık paydasında buluşabilmektir.
Son
Söz
Sizce de öyle değil mi?
Belki de bu toprakların en büyük ihtiyacı, kavganın değil; köprünün dilini
öğrenmektir.
Ve köprü kurmak için elimizde hiçbir malzeme yoksa bile, "Sen" ve "ben" yerine, "biz" demenin gücünü keşfetmek. Ve bu keşif, bir gülümsemeyle, bir selamla veya en basit haliyle, kalpten gelen bir "seni dinliyorum" ile başlayabilir.
Gerçek değişim, kürsülerde değil, insanların birbirine bakışında başlar.
Çünkü bazen bir köprü, tek bir kelimeyle
kurulabilir: “Anlıyorum.”
Ne dersiniz, ilk köprüyü kurmaya hazır mıyız?
Sevgiyle Kalın..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder