23 Kasım 2025 Pazar

🕰️ Seksen Yıllık Zarafet ve Siyah-Beyazda Kalan İlk Aşklarım


 Emel Sayın ve Tarık Akan, Yeşilçam filmlerindeki masum ve saf aşkı simgeleyen nostaljik siyah beyaz fotoğraf.

🕰️ Seksen Yıllık Zarafet ve Siyah-Beyazda Kalan İlk Aşklarım

Bugün, sosyal medyada gezinirken Emel Sayın’ın doğum günü olduğunu gördüm. Ekranda bir fotoğraf, bir başlık: "Mavi Boncuk 80 Yaşında! Seksen yaşına girmiş… İyi ki Doğdun Emel Sayın."

Elimdeki telefonu yavaşça indirdim. Bir an duraksadım. Kalbimde anlık bir sıkışma, içimde ince bir sızı... Gözlerimde bir nemlenme... Ve sonra gözlerimde biriken o ilk damla... Yanaklarımdan süzülmesine izin vermeden, ruhum usulca geriye, ta o çocukluk odasına doğru gitti.

İnsan böyle zamanlarda fark etmiyor değil; çocukluğunun bir köşesinde sakladığı her şey, yavaşça elinden tutup geri dönüyor. "Hey gidi günler hey," dedim. Kendi kendime dedim ama sanki içimde biri daha vardı, yıllar öncesinden usulca fısıldayan bir kız çocuğu sesi…Dudaklarımdan dökülen bu sessiz fısıltıyla anladım: Ne çok zaman geçmişti...O zamanlar hayat, siyahın ve beyazın en güzel tonlarından ibaretti sanırım; hele duygularımız şimdikinden kat be kat daha canlı, daha renkliydi.

💖 Mavi Boncuk, Siyah Beyaz Aşk ve İlk Masum Hayaller

📺 20:00'ye Kurulan Bir Kalp

Ben Emel Sayın’a hayrandım. Öyle böyle değil; çocuk aklımla ona benzeyebileceğime dair saf bir inanç taşırdım. Belki bir gün, bir sahnenin ortasında, beyaz bir mikrofonun ucunda, onun gibi gülümseyerek şarkı söyleyebilirdim.

TRT’nin siyah beyaz günlerinde “Bu akşam Emel Sayın konseri var” dendiğinde dünyam aydınlanırdı. O günün gelmesini nefesim daralarak bekler, açılan ekrana gözümü bile kırpmadan bakardım. Sanki ekrandan çıkıp evimize gelecek, saçlarıyla beni okşayıp “Aferin kızım, sen de söyle” diyecekmiş gibi...

Onun mimiklerini taklit eder, ince el hareketlerini çalışırdım. Sesim titrese de vazgeçmezdim. Çocukluk işte… İnsanın kalbi kocaman, kendine inancı saf olur ya; benimki de öyleydi. O yılları düşününce, aklıma hep aynı melodi düşer. Televizyonun üstündeki dantel örtü, etrafa yayılan hafif soba kokusu...

Ve birden o tok, resmi ses:

"Şimdi... Türk Sanat Müziği’nin taçsız kraliçesi, eşsiz sesi, zarif hanımefendisi... Uzun zamandır beklediğiniz o isim! Ve karşınızda: EMEL SAYIN!"

Hemen televizyonun önüne oturur, sırtımı divana yaslardım. Evdeki herkesin konuşması kısılır, nefesler tutulurdu. O bir sanatçıdan daha fazlasıydı; o, benim gelecekteki suretimdi.

Ah, nasıl bir zarafet, nasıl bir duruş!

Büyüklerin "Emel Sayın" dediği o kadının her bir mimiğini ezberlerdim. Şarkı söylerken avucunu kalbine götürüşü, o tok bakışı... İşte o an, o ince, titrek melodi başlardı... İlk şarkının ilk sözleri dökülürdü dudaklarından:

"Nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım..."

Sanki bütün o hisler, bir kanaldan akıp bana geliyordu. Aynanın karşısına geçer, radyodan dinlediğim şarkıları onun gibi okumaya çalışırdım. "Emel Sayın olacağım," derdim kendi kendime. Bu bir kariyer hedefi değildi; bu, zarafetin ve aşkla şarkı söylemenin ta kendisi olmaktı.

Hey Gidi Günler Hey

Sonra Yeşilçam perdesi açılırdı. Genellikle ona eşlik eden Tarık Akan olurdu… O an, içimdeki küçük kızın kalbinde aşkın ilk çiçeği usulca açardı sanki. Emel Sayın’ı Yeşilçam filmlerinde en çok Tarık Akan’la yan yana severdim. O yeşil yeşil masum buğulu, dürüst bakışları, yüzündeki o temiz gülüş…  İki ismin yan yana gelişi, bende dünyanın en saf, en temiz aşkının hayalini kurdururdu. Hele Emel Sayın’a bir bakışı vardı ki, sanırsınız bütün dertler o an çözülürdü. Onlar kavuşunca, dünya bir tık daha iyi bir yer olurdu sanki.

Şimdi bile Tarık Akan’la oynadığı filmleri her izlediğimde sanki kalbimin zarına hala hafifçe dokunurlar. O filmlerde aşkın kitaplardan değil, insanın ruhundan öğrendiğim bir hali vardı. Saf, temiz, kokusuz bir aşk. Göz göze gelince konuşan, susunca anlaşan, kırılınca inciten ama hep merhametli kalan bir aşk. O filmlerdeki aşk sahneleri, bugünün karmaşık ilişkilerine hiç benzemezdi. Bir elin tutuluşu, utanarak verilen bir çiçek, cam kenarında sessizce bekleyiş…

İşte o anlar, bana aşkın sadece yüksek sesle söylenen sözlerden ibaret olmadığını öğretti. Aşk, bir bakışta saklı kalabilirdi. Ben de o aşkı hayal ettim. Öyle saf, öyle lekesiz, kimsenin bozamadığı bir sığınak gibi. Onların masumiyeti, benim de ruhumu okşardı. O küçücük kalbimde, büyüyeceğim zaman yaşayacağım aşkın hayalini çizerdim. Aşk, tıpkı Tarık Akan gibi dürüst olmalıydı.

İşte bu yüzden, aşkın en derin ve saf hâlinin, sözcüklere gerek duymadan kalpte var olabileceğini onlardan öğrendim; belki de o filmlerin dingin ışığı, bana bir ömrün içinde saklı kalması gereken insan sıcaklığını öğretti. İnsan büyüyünce unuttuğunu sanıyor ama unutmuyor; sadece içindeki küçük kız susuyor. Bugün o küçük kız tekrar konuştu işte. “Biz ne güzel hayaller kurardık,” dedi. “Ne güzeldi o ekranın karşısında gözlerini kocaman açıp aşka inanmak…”

Şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum: O yılların naifliğiyle büyüyen bizler, bu dünyanın sertliğine çarpsak da içimizde hâlâ o saf köşe duruyor. Belki yorulduk, belki kırıldık ama eskiden sevdiklerimizin sesi hâlâ bizi tamir edebiliyor.

Bugün Emel Sayın’ın bir yaş daha aldığını öğrenince yüreğimin titremesi o yüzden. Çünkü o sadece bir sanatçı değildi benim için; çocuk kalbimin masum öğretmeniydi. Aşkın, zarafetin, inceliğin sessizce aktığı bir pınardı. Onu izlerken yüzüme vuran o ışık hâlâ içimde bir yerde yanıyor.

Belki Emel Sayın gibi olamadım, sahnelere çıkmadım. Ama onun gibi bakmayı, Tarık Akan'ın filmlerindeki gibi saf sevmeyi hala deniyorum. Ve şunu biliyorum: O günlerden kalan o duygu, o heyecan, o saf inanç… Hâlâ benim en değerli mirasım.

🕊️ O Günlerin Sessiz Mirası

Şimdi, aradan yıllar geçti. Ne o siyah beyaz televizyon kaldı ne de o dönemin saf sesi. Ama ne zaman Emel Sayın'dan bir şarkı duysam, ne zaman Tarık Akan'ın bir fotoğrafını görsem, içimdeki o küçük kız çocuğu usulca başını kaldırır.

Onların bana öğrettiği zarafet ve temiz kalp, hala içimde bir yerlerde duruyor. Büyüdüm, hayallerim değişti, yollarım bambaşka yerlere saptı. Ama biliyorum ki, o küçük tek odalı evde kurduğum hayaller, benim ruhumu besleyen en önemli kaynaktı.

İnsan, bazen en güzelini, en sade olduğu dönemde öğreniyor.

Ve ne zaman dünya çok gürültülü gelse, gözlerimi kapatır, o siyah beyaz odanın sessizliğine sığınırım. Orada, Mavi Boncuk ve onun dürüst aşığı, benim için hala el ele…

Hey gidi günler hey… İnsan hangi yaşına gelirse gelsin, bazı şeylere dönünce yine çocuk oluveriyor. Ve ne güzel, bazı insanlar hiç yaşlanmıyor.

İyi ki doğdun, iyi ki seninle büyüdüm.

Okuyucuya Son Söz

Sizin de böyle, sizi büyüten siyah beyaz anılarınız var mı?
Hangi ses, hangi bakış sizi alıp o çocukluk günlerine götürüyor?

Sevgiyle Kalın.

Arzu SEKİN

10 Kasım 2025 Pazartesi

10 Kasım: 09:05'te Duran Zaman, 87 Yıldır Yürekte Duran Özlem


 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi, siyah-beyaz portresi. Atatürk, koyu renk resmi kıyafeti ve kravatıyla ciddi ve kararlı bir ifadeyle ileriye bakmaktadır.Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi, siyah-beyaz portresi. Atatürk, koyu renk resmi kıyafeti ve kravatıyla ciddi ve kararlı bir ifadeyle ileriye bakmaktadır.

Siren sesi çaldığında, her şey bir anda donar.
Zaman susar, nefesler kesilir, kalpler aynı anda bir ritimle atar: özlem.
O an, bir milletin kalbinde sessizce yankılanan o ses, aslında bir veda değil, bir hatırlayıştır. Çünkü Atatürk, sadece bir tarihin içinde değil, bizim yüreğimizin en derin yerinde yaşamaya devam eder.

Her 10 Kasım geldiğinde içim hem hüzünle dolar hem gururla. Bir yanım, “Keşke görseydi bugünleri” derken; diğer yanım “Aslında o hâlâ görüyor” diye fısıldar. Çünkü o sadece bir lider değildi; fikirleriyle, cesaretiyle, insan sevgisiyle yaşamaya devam eden bir ruhtu.

O yüzden ne kadar yıl geçerse geçsin, yüreğimizdeki o büyük hüzünle, her Kasım sabahı aynı duyguyla uyanırız: Bir milletin babasını, bir öğretmenini, bir dostunu ve bir umudunu özler gibi…

Bugün, 10 Kasım... Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete intikalinin yıl dönümünde anıyoruz. Ancak 10 Kasım, sadece bir yas günü değil; aynı zamanda O’nun bıraktığı muazzam mirası ve vizyonu idrak etme günüdür. Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü en net gösteren alanlardan biri ise şüphesiz kadın haklarıdır. O, kadınların toplumdaki yerini, bir ülkenin medeniyet seviyesinin en önemli göstergesi olarak kabul etti. Öyle ki, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimler, kadını nesne olmaktan çıkarıp, kendi haklarının bilincine varan bir özne yapan köklü bir çağdaşlaşma manifestosuydu.

Atatürk, toplumun ilerlemesini, iki kanat metaforuyla anlatırdı: "Bir toplum, ancak iki kanadıyla uçar." Bu kanatlardan biri eksikse, o toplum yükselemezdi. Bu nedenle Türk kadınının toplumsal yaşamdaki yerini sağlamlaştırmak, O'nun için en hayati reformlardan biriydi. Bu vizyonun ilk ve en temel adımı eğitimde eşitlik oldu. Kız çocuklarının eğitimi önündeki tüm engeller kaldırılarak, kadınların ilim ve fen yolunda ilerlemesinin önü açıldı. Asıl tarihi adımlar ise yasal reformlarla atıldı.

1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu, Türk kadınının hukuki varlığını güvence altına alan bir milattı. Bu kanunla kadınlara tek eşlilik, boşanma hakkı, mirasta eşitlik ve mahkemede tanıklık hakkı gibi temel haklar tanındı. Kadın, erkeğiyle aynı hukuki statüye yükseltildi. Ardından gelen siyasi haklar, bu devrimin en çarpıcı kanıtıdır. 1930’da belediye, 1933’te muhtarlık seçimlerine katılma hakkını elde eden Türk kadını, nihayet 1934 yılında Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı’na kavuştu. Bu devrim, sadece Türkiye için değil, dünya için de tarihi bir ders niteliğindedir. O yıllarda Fransa, İtalya, İsviçre gibi birçok Batı ülkesinde kadınlar henüz siyasi haklara sahip değilken, Türk kadını bu hakkı dünya kamuoyu önünde bir onur belgesi olarak almıştır.

Bugün ülkemin haline bakarım; içim burkulur. Ama sonra bir çocuğun gözünde parlayan ışığı, bir kadının dimdik yürüyüşünü, bir gencin kalbinde hâlâ yanan o ateşi görünce bilirim ki; O hâlâ burada. Her dilde, her yürekte, her doğru insanda.

Atatürk'ün amacı yalnızca kanun çıkarmak değildi; aynı zamanda zihinlerdeki cinsiyetçi duvarları yıkmak, toplumun tüm katmanlarında kadının aktif ve eşit katılımını sağlamaktı. O’nun eşsiz mirası, bugün de bizlere yol göstermektedir. Kadınların iş yaşamında, siyasette, bilimde var olması ve aktif rol alması, O’nun bize emanet ettiği çağdaşlık hedefine ne kadar yaklaştığımızın en önemli göstergesidir. Bizim görevimiz onu sadece anmak değil, yaşatmak. Çünkü Atatürk’ü yaşatmak, özgürlüğü, vicdanı, insanı yaşatmaktır. Ve biz, bunu yaptıkça, o hiçbir zaman ölmeyecek.

Bugün, O'nu anarken, sadece hatırasına saygı duruşunda bulunmakla kalmıyoruz; aynı zamanda bıraktığı en değerli emanet olan eşitlik, özgürlük ve çağdaşlık idealini savunacağımıza dair de yemin ediyoruz. "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!" diyen Atamızın izinde, O'nun vizyonunu ilelebet yaşatmak boynumuzun borcudur. Ruhun şad olsun Atam, emanet emin ellerde.

Sonsöz

Sen gittin ama biz hâlâ senin yolundayız, Paşam.
Her sabah doğan güneşin ardında senin ışığını arıyoruz.
Bir çocuk selam verdiğinde, bir kadın kendi ayakları üzerinde durduğunda, bir genç “Benim de bir hayalim var” dediğinde, oradasın.

Bazen rüzgârda bir özlem gibi, bazen bir marşın içinde yankılanan bir ses gibi duyuyoruz seni.
Yokluğunla bile var olmayı başaran tek adamsın sen.
Biz seni yalnızca 10 Kasım’da değil, her gün, her adımda, her umutta yaşıyoruz.

Toprağın değil; gönlün evladı oldun bu milletin.
Ve bu millet seni hiç unutmadı, unutmayacak da.

Sevgiyle kalın..

Arzu SEKİN 


🕰️ Seksen Yıllık Zarafet ve Siyah-Beyazda Kalan İlk Aşklarım

  🕰️ Seksen Yıllık Zarafet ve Siyah-Beyazda Kalan İlk Aşklarım Bugün, sosyal medyada gezinirken Emel Sayın ’ın doğum günü olduğunu gördü...