14 Ekim 2025 Salı

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

Loş akşam ışığında, pencere kenarında kahve içerek hayatın koşturmacasına karşı duran ve huzuru bulan kadın

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.”

Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan kahve içtim ve hayatın bana fısıldadıklarını dinledim. Meğer huzur, hep bu sessizliğin içinde saklıymış.

Mutfağın köşesindeki küçük koltukta oturuyorum. Pencereden dışarı bakıyorum; günün son ışıkları, yorgun bir nefes gibi caddeye süzülüyor. Elimde bir fincan kahve. Zaten biliyorsunuz, bu anların kahvesi başka oluyor. Dumanı usul usul yükseliyor ya, o bile sanki etraftaki her şeyi yavaşlatıyor.

Dışarıda dünya bildiğin gibi, her zamanki gibi aceleyle, koşturmacayla akıp gidiyor. Deli gibi koşturan, sürekli bir yere yetişmeye çalışan, bağıran, çağıran bir dünya insan. Ama ne hikmetse, bütün o gürültü, sanki kapıma kadar geliyor ve orada duruyor. İçeri sızamıyor.

Sanki birileri bütün sesleri kısmış. Bütün o gürültüyü benden uzaklaştırmış, hayatın müziğini açmış.

Derken, içeride bir şey hissediyorum. Ne fırtınanın yorucu öfkesi ne de bir meltemin canlı coşkusu. Sadece hafif bir rüzgâr var. Bir iç esinti. Seni yormayan, sadece varlığını usulca hatırlatan o rüzgâr.

Çünkü içimde, fırtına falan yok. Sadece o hafif rüzgâr var. Çok hafif. O kadar dinlendirici ki, sanki beynimin içinde birikmiş o bütün gereksiz tozları, düşünce artıklarını alıp götürüyor. Sadece seni bırakıyor, yalın halinle. Ve anlıyorsun ki, o, "biraz soluklan" diyen sesin.

Bugün, daha doğrusu bu an, bilinçli olarak hiçbir şey yapmadım. Gerçekten de öyle. Telefonu kenara fırlattım, yarım kalan o bitmek bilmez işleri zihnimden sildim, yarınki planların yükünü sırtımdan attım. Sadece oturdum. Ve nihayet, kendimi serbest bıraktım.

Bana kalırsa, hayatın en büyük tuzaklarından biri, sürekli bir şey yapma zorunluluğu. Başarılı olmak için, değerli olmak için, hatta sadece var olmak için sürekli bir aksiyon bekleniyor sanki. Bir "yapılacaklar listesi" var ve biz, robotlar gibi, o listedeki maddeleri silmek için çabalıyoruz. Yoruluyoruz, düşüyoruz, sonra tekrar kalkıp koşturuyoruz.

Peki ya bir an durup, o listeyi olduğu gibi masanın üstüne bıraksak?

Zaten bütün mesele şurada düğümleniyor: "Bazen hiçbir şey yapmamak, hayata verilmiş en anlamlı cevaptır," işte o tam da bu noktaya parmak basıyor. Bu, tembellik değil. Bu, bir direniş şekli. Bu, hayatın sana sunduğu o devasa gürültüye karşı, içindeki sesi dinleme cesareti.

Oturmak... Sadece olmak. Ne geçmişin pişmanlıklarını düşünmek ne de geleceğin kaygılarını yüklenmek. Sadece o fincandaki sıcaklığı elinde hissetmek, kahvenin kokusunu içine çekmek. Sırtını koltuğa yasladığında hissettiğin o yumuşaklık. Odanın sessizliğinde, kendi kalp atışının sesini duymak. O loş ışıkta, duvarın gölgesini izlemek.

Bu anlarda, zihin bir anda boşalır. O hafif rüzgâr, beynindeki karmaşayı alıp götürür. İşte o sessizlikte, aradığın tüm o "büyük" cevaplar, hiç beklemediğin anda fısıltıyla gelir. Çünkü sürekli meşgulken, hayat sana konuşamaz. Sen ona izin vermezsin.

Bu bir mola değil, bu bir yeniden bağlanma anı. Kendine, ruhuna, o anki sade varlığına dönme şekli. Bir fincan kahve, loş bir akşam ve hafif bir rüzgâr... Bunların hepsi, "Şu an tam ve bütünüm," demenin en samimi yolu.

Hayat, en güzel derslerini, biz hiçbir şey yapmazken öğretiyor. Koşmayı bıraktığımızda, manzaranın güzelliğini fark ediyoruz. Konuşmayı kestiğimizde, gerçekten ne hissettiğimizi duyuyoruz.

Bu yüzden, bırak o liste yarın da orada dursun. Unutma; sen şimdi sadece otur ve var ol. En anlamlı cevap, zaten kalbinden esen o hafif rüzgârda saklı. Peki, senin içinde şu an esen rüzgâr sana ne fısıldıyor? Belki de yeni hikâyen, tam da bu sessizlikte başlıyordur.

Sevgiyle Kalın..

Arzu SEKİN 



 

4 Ekim 2025 Cumartesi

O Teklifler, O Zihniyet!

Kadınlara karşı sınır ihlallerini, nezaket maskeli teklifleri ve reddedilmeyi sindiremeyen zihniyeti gösteren illüstrasyon.

Kadınların nezaketini “davet”, yalnızlığını “açık kapı” sanan o zihniyet… Masumiyet maskesiyle sunulan her teklif, aslında bir sınır ihlalidir.

Kadın olmaktan utandırılmaya çalışıldığınız o anlar... Asıl utanması gereken, o cüreti gösteren zihniyetin ta kendisidir.

Toplum olarak hâlâ aşamadığımız, hatta kimi zaman normalleştirdiğimiz bir gerçek var: Kadınlara yönelen, sözde “masum” ama özünde saygısız tekliflerin ardındaki zihniyet. Bir kadın, yalnız yaşayabilir, bekar olabilir, hatta bir kadın, hayatında kimseyi istemiyor da olabilir. Fakat tüm bunlar, ona yöneltilen “iyi niyetli” görünümlü ama aslında sınır ihlali taşıyan davranışların bahanesi olamaz.

Sözüm ona, bir kahve bahanesiyle başlayan, “akşam yemeği” maskesiyle süslenen, ardından da “bakalım ne olur” diye ucuz bir beklentiye dönüşen bu yaklaşımlar, en hafif tabirle, saygısızlık ve ahlaksızlıktır. Nokta.

Çünkü burada mesele bir teklifin kendisi değil, o teklifin arkasındaki bakış açısıdır. Kadını, kendi yalnızlığının içine sıkışmış, sahipsiz bir varlık gibi gören zihniyet; onu, kendi istekleriyle doldurulacak boş bir alan gibi algılayan bakış… İşte asıl sorun tam da budur.

Ama asıl yakıcı soru şu:
Bu erkekler bu cüreti, bu hadsizliği nereden alıyor?
Kim, ne zaman, hangi akılla bu utanmazlığı meşrulaştırdı?!

Toplumun içinde sessizce büyüyen bir çürümüşlük bu.
Küçük yaşlardan itibaren oğullarına “erkek adam ol” denilerek, kız çocuklarına ise “uslu dur” öğütleri verilerek şekillenen bir düzenin ürünü bu.
Kadına yaklaşmanın bir saygı değil de “hak” olduğunu zanneden bir zihin yapısının eseri.
Birçok erkek, kadına duyduğu ilgiyi “doğal” buluyor; fakat aynı ilgiyi bir kadından gördüğünde ya küçümsüyor ya da korkuyor. Çünkü kendi kurduğu düzenin aynasında çirkinliğini görmek istemiyor.
O aynada, özgüven sandığı şeyin aslında öğretilmiş bir cüret, dayatılmış bir hadsizlik olduğunu fark edemiyor.

REDDEDİLMENİN ÇIPLAK GERÇEKLİĞİ: ISRAR VE ŞİDDET

Ancak daha ağır bir gerçek var: Teklif reddedildiğinde, bazıları gurur yapıp çekilmek yerine, onursuzca ısrarı bir hak olarak görüyor.

Reddi sindiremeyince, bu tavır hızla fiziksel ve psikolojik tacize, tehdide ve şiddete kadar tırmanıyor.

Bu tepki, yalnızca bireysel bir öfke değil; reddedilmeyi kontrolsüz bir güç kaybı olarak gören, empati, sınır bilinci ve sorumluluktan yoksun bir zihniyetin doğrudan yansımasıdır.
Kadına 'hayır' denildiğinde gösterilen bu ısrarcı düşmanlık, yalnızca bireysel güvenliği tehdit etmekle kalmaz; toplum içinde korku ve baskı yaratarak kadınların kamusal alanlardan çekilmesine ve hayatlarının kısıtlanmasına neden olur.

Yüzyıllardır erkeklere, sanki her şeyin kontrolü onlardaymış gibi davranmaları öğretiliyor.
Bu yüzden, kadın susunca söz hakkı yokmuş gibi, sessizliği ise doğrudan rıza olarak sayılıyor.
Oysa kadının sessizliğinin arkasında utanç, korku veya çekingenlik yatarken; bu, onların göz göre göre arzusunun onayı sayılıyor.

Sokakta ıslık çalmak, mesaj atmak, davet etmek bir “hak” gibi görüldü.
Evde, işte, mecliste, hatta sosyal medyada bile kadınların varlığı bir “alan ihlali” gibi algılandı.
Ve böylece, erkek egemen bir toplumun içinden özgüven zannedilen bir cüret, doğallık sanılan bir hadsizlik türedi.

Bugün sokakta yürürken, işyerinde çalışırken, toplu taşımada yanına otururken veya sanal ortamda mesaj atarken; kadınların her an tetikte olmak zorunda kalması boşuna değil.
Çünkü hâlâ “nazik görünerek sınır aşabileceğini” sanan, kendi zihnindeki çarpık kurguları “teklif” diye sunan bir kesim var.

Bir kadına yaklaşmanın yolu, içinde bulunduğu herhangi bir duruma veya yalnızlığını kaşımak değil, insanlığını kavramaktır.
Ne yazık ki, bunu hâlâ idrak edemeyenler var. Sınırları hoyratça aşıp, bunu bir de 'nezaket' maskesiyle örtenler… Kendilerini hâlâ zeki ve cazip sanan o sığ akıllar.

Bir kadına yaklaşmanın yolu, onun yalnızlığına değil, insanlığına dokunabilmekten geçer.
Ama ne yazık ki bunu kavrayamayanlar, kadınların nezaketini “davetiye”, güler yüzünü “yeşil ışık” sanmaya devam ediyor.
Kadının özgürlüğünü, bağımsızlığını, hatta yalnızlığını, kendi arzu ve niyetleri için bir açık kapı zannediyorlar.

Oysa bazı şeylerin altını kalın harflerle çizmek gerekiyor:
• Bazı kadınlar yalnız olabilir, ama asla sahipsiz değildir.
• Bazı kadınlar bekar olabilir, ama asla ucuz değildir.
• Ve bazı kadınlar, sırf nazik diye, sınır çiğneyen her sözü yutmak zorunda değildir.

Her bahçe kapısı herkese açık sananlar yanılır; bazı çiçekler dokunulmazdır.
Bunu anlamak için insan olgunluğuna, gerçek saygıya ve asgari bir vicdana ihtiyaç vardır.

Ve son söz:
Unutmayın: Bir kadının yalnızlığına veya içinde bulunduğu herhangi bir duruma değil, onuruna yaklaşabilecek kadar olgunlaşamadıysanız, hiçbir teklifiniz ‘masum’ değildir. Hiçbiri.

Sevgiyle Kalın.

Arzu SEKİN 

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...