16 Mart 2025 Pazar

Umudunu Yitirme, Çünkü Hayat Yeniden Başlamayı Bilir:


Suluova'da güneşin doğuşuyla aydınlanan bir yol, yeni başlangıçları ve umudu simgeliyor.

Bazı sabahlar uyandığımda içimde kocaman bir boşluk, kalbimde tarifini yapamadığım bir ağırlık olur. Sebebini tam olarak bilemem ama sanki içimde bir şeyler eksilmiş gibi hissederim. Bildiğim bütün duaları okumaya başlarım. O an, hayatın üzerime çöktüğünü, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünürüm. Kaybettiğim şeyin ne olduğu fark etmez aslında. Bazen bir insan, bazen bir hayal, bazen de yıllardır içimde taşıdığım bir umut olur bu eksiklik. Ama tek bildiğim, o sabah her şeyin bitmiş gibi göründüğüdür.

Derin bir nefes alıp, içimden ''Allah'ım sen hayırlara vesile kıl derim.'' Sonra zihnimdeki karanlığı dağıtmaya çalışırım. İşte en büyük yanılgı burada başlar. Çünkü bu anlarda bile hayat tüm canlılığıyla akmaya devam eder. Sen bir köşede dizlerini karnına çekip otursan da, dünya dönmeyi sürdürür. Sokakta çocuklar oyun oynar, martılar denize dalıp çıkar, bir yerlerde biri aşık olur, bir başka yerde biri yeni bir hayata başlar. Ve işin en güzel yanı, senin için de aynısı geçerlidir. Bitti sandığın her şey, aslında yeni bir başlangıcın habercisidir.

İnsanız, kaybetmek bize ağır gelir. Sevdiğimiz birini kaybedince içimizde derin bir boşluk oluşur, bir işten ayrılınca ya da yıllarımızı verdiğimiz bir şehirden taşınınca, sanki köklerimizden koparılmış gibi hissederiz. Oysa doğada hiçbir şey olduğu yerde kalmaz. Ağaçlar yapraklarını döker, nehirler yatağını değiştirir, rüzgar savurduğu bulutları bambaşka yerlere taşır. İnsan da tıpkı doğa gibi değişir, dönüşür ve yeniden başlar.

Bazı ayrılıklar vardır ki, en başta canımızı çok yakar, sanki içimizde bir şeyler kopar. Gözyaşları sel olur, umutlar tükenir. Neden böyle bir acı çektiğimizi, neden en güvendiğimiz şeyin bir anda elimizden kayıp gittiğini anlamayız. Ama zamanla, o acı veren boşluğun yerini bir kabulleniş ve anlayış alır. Fark ederiz ki, o kayıp sandığımız şey, aslında bizi olması gereken yere götüren bir adımmış.

Belki de hayatın ritmine ayak uydurmak, en büyük bilgeliktir. Hayat bazen bizim planladığımız gibi gitmez ve bu aslında kötü bir şey değildir. Belki sen kendine düz bir yol çizmiştin ama hayat seni daha güzel bir patikaya sokmak istiyor. Belki senin hayalini kurduğun şey, aslında seni mutlu etmeyecekti. Belki de kaybettiğini düşündüğün şey, aslında hiç senin olmamıştı.

Hatırlar mısın, küçükken elindeki balonu gökyüzüne bıraktığında ne hissederdin? Önce bir panik, bir üzüntü… Ama sonra gözlerinle onu takip ederdin, yavaşça yükselişini izlerdin. O anın içinde bir hüzün olsa da, bir yandan da bir hayranlık, bir kabullenme olurdu. İşte hayat da bazen böyle… Tutunduğumuz şeyleri kaybettiğimizde, önce üzüntüyle dolarız. Ama sonra fark ederiz ki, bazı şeyler gitmek içindir, bazı defterler kapanmak içindir, bazı yollar yürünmek içindir. Ve en önemlisi, her kaybedişin ardından yeni bir şey başlar.

Yıllar önce çok sevdiğim bir işimi kaybetmiştim. O iş benim için her şeydi. Sabahları o binaya girdiğimde içimi saran o tanıdık koku, masamdaki kalemlerin sesi, çalışma arkadaşlarımla paylaştığım kahkahalar... Her biri hayatımın dokusuna işlemişti sanki. Kaybettiğimde, sanki ruhumun bir parçası sökülüp alınmış gibi hissettim. Günlerce, haftalarca ne yapacağımı bilemedim. Evden çıkmak istemiyordum, aynaya baktığımda yabancı bir yüz görüyordum sanki. Kimliğimin, varlığımın anlamını yitirdiğini düşünüyordum. Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri ise sürekli o eski günleri düşünüyordum. Bir boşluk, bir çaresizlik... Sanki sonsuz bir karanlığın içinde kaybolmuştum. Sonra, o karanlığın içinde bir ışık belirdi. İşsiz kaldığım o dönemde, kendimi kitaplara verdim. Okudukça, yeni dünyalar keşfettim, farklı hayatlara dokundum. Ve bir gün, içimdeki o boşluğu kelimelerle doldurmaya karar verdim. Yazmaya başladım, içimde birikmiş ne varsa dökmeye başladım. İlk başlarda sadece kendim için yazıyordum, içimdeki acıyı, hayal kırıklığını, umutsuzluğu kelimelere dökerek hafifletmeye çalışıyordum. Ama zamanla, yazdıklarımın beni iyileştirdiğini fark ettim. Kelimeler, benim için birer sığınak, birer terapi aracı olmuştu. Ve bir gün fark ettim ki, aslında yıllardır yapmam gereken şeyi yapmaya başlamışım. Eğer o işten ayrılmasaydım, belki de hiç yazmaya cesaret edemeyecektim. Bir kaybın, bir kazanca dönüşebileceğini o zaman anladım.

Sen de belki şu an zor bir dönemden geçiyorsun. Belki kalbin kırık, belki planların alt üst olmuş, belki de hayat seni hiç istemediğin bir yola sokmuş gibi hissediyorsun. Ama unutma, her şey geçer. Bugün seni üzen şeyler, yarın birer anıya dönüşür. Bugün kapandığını sandığın kapılar, yarın başka bir yerde sana yeni bir pencere açar.

Öyleyse neden umutsuzluğa kapılalım ki? Belki de şu anda hayat, bizi olması gereken yere götürüyor. Belki de kaybettiklerimiz, daha iyilerine yer açıyor. Ne olursa olsun, yolun bir yerinde yeni bir başlangıç seni bekliyor. Ve o başlangıç geldiğinde, bugün hissettiğin bu karanlık, yerini hafif bir tebessüme bırakacak. Çünkü her son, yeni bir hikayenin ilk cümlesidir.

Ve unutmayın, her kayıp bir kazançtır. Yeter ki yeni hikayenizi yazmaya cesaret edin. 

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 


8 Mart 2025 Cumartesi

Kadınlar bir gün değil, her gün hatırlanmalı

İlmek ilmek emek, nakış nakış mücadele

8 Mart geldiğinde herkes birden kadınları hatırlıyor. Çiçekler dağıtılıyor, bazı iş yerlerinde çalışan kadınlara çikolata ya da karanfil veriliyor, süslü sözler söyleniyor, sosyal medyada pembe mesajlar paylaşılıyor, reklamlarda ''kadınlar çiçektir'' temalı yayınlar yapılıyor. Sanki bir peri masalındayız; her şey tozpembe. O pembe bulutlar dağılıyor, sanki sihirli değnek değmemiş gibi, hayatın gerçekleri yüzümüze çarpıyor. O gün giyilen en güzel elbise dolaba kaldırılıyor, topuklu ayakkabılar yerini terliklere bırakıyor. 

İşte o zaman, o 'kadınlar çiçektir' diyenlerin sesi de kısılıyor, sanki hiç konuşmamışlar gibi... Sanki o gün, bir rüyaymış da bitmiş gibi. 9 Mart sabahı o çiçekler solmaya, o süslü sözler unutulmaya başlıyor.  Kadınlar yine yalnızlaşıyor, hayatın yüküyle baş başa kalıyor. Yani bir günlüğüne prenses olup sonra tekrar külkedisine dönüyoruz. 

Oysa 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün temelleri, kadınların eşitlik ve adalet için verdiği çok farklı bir mücadeleye dayanıyor: 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarındaki kadın işçi hareketleri. O dönemde, kadın işçiler, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşulları gibi zorluklarla mücadele ediyordu. Bu zorlu koşulların bir sonucu olarak; 

1908, New York: 15.000 kadın işçi, daha iyi çalışma koşulları ve oy hakkı talebiyle New York'ta bir yürüyüş düzenledi. Bu yürüyüş, 8 Mart'ın tohumlarının atıldığı önemli bir dönüm noktası oldu.

1911, Trajik Yangın: 25 Mart 1911'de, New York'taki Triangle Gömlek Fabrikası'nda çıkan yangında, çoğu genç kadın 129 işçi hayatını kaybetti. Bu korkunç olay, kadın işçilerin ne kadar zor koşullarda çalıştığını ve haklarının ne kadar az olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. 

Bu trajik olaylar, kadınların eşitlik ve adalet mücadelesinin ne kadar zorlu ve acı dolu olduğunu gösteren bir dönüm noktasıdır. İşte bu nedenle, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece bir kutlama günü değil, aynı zamanda kadınların eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesinin bir simgesidir. Bu gün, kadınların geçmişte elde ettiği kazanımları kutlamak ve gelecekteki hedeflere odaklanmak için bir fırsattır. Bu nedenle, 8 Mart aynı zamanda kadınların insan hakları mücadelesinin tarihidir; kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi için bir fırsattır; kadınların ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmıştır. Ne var ki; yüzyıllar önce New York'ta başlayan o çığlık, o yangın, o mücadele... Aradan geçen zamana rağmen, yangın hala sönmedi. Kadınların sesi bugün bile yeterince duyulmuyor, o mücadele hala devam ediyor. Bu mücadele, sadece sokaklarda atılan sloganlardan ibaret değil. Bu mücadele, her gün, her evde, her iş yerinde, her okulda, her mecliste, her sokakta devam ediyor. Bu mücadele, özellikle de şu alanlarda kendini gösteriyor:

Ekonomik Eşitsizlik: Kadınlar, erkeklerle aynı işi yapsalar bile, genellikle daha düşük ücretlere mahkûm ediliyor. Cam tavan denen görünmez engel, onların yükselmelerini engelliyor. Sigortasız ve güvencesiz işlerde çalışan kadınlar, ekonomik şiddetin en ağır biçimlerini yaşıyor. Ev işçileri, tarım işçileri, fabrikalarda gece gündüz üretim yapan kadınlar... Onların emeği, çoğu zaman görünmez kalıyor, hak ettikleri değeri bulamıyor. 

Toplumsal Cinsiyet Rolleri: Kadınlar, sadece iş yerinde değil, evde de bitmek bilmeyen bir mesaiyle çalışıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri, onların omuzlarına ağır bir yük yüklüyor. Bir erkek, işten eve gelip dinlenirken, bir kadın yemek yapıyor, çocuklarla ilgileniyor, evin tüm sorumluluğunu üstleniyor. Toplum, kadın emeğini görmezden gelmeye devam ediyor. 

Şiddet ve Taciz: Kadınlar, sadece fiziksel şiddete değil, aynı zamanda psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete de maruz kalıyor. Taciz, iş yerlerinde, okullarda, sokaklarda, hatta evlerde bile karşılarına çıkıyor. Kadınlar, güvende hissetmekte zorlanıyor, özgürce yaşamakta zorlanıyor.

Kadın Cinayetleri: En acı gerçeklerden biri de kadın cinayetleri. Her gün, bir kadın daha erkek şiddetinin kurbanı oluyor. Kadınlar, en yakınındaki erkekler tarafından, sevgilileri, eşleri, babaları, kardeşleri tarafından öldürülüyor. Bu cinayetler, sadece bireysel vakalar değil, toplumsal bir sorunun yansıması adeta...

Cezasızlık ve İndirimler: Kadın cinayetlerinde, erkeklerin çoğu zaman yeterli cezaları almaması, cezasızlık algısını güçlendiriyor. "İyi hal" indirimleri, "tahrik" indirimleri, adalet duygusunu zedeliyor, kadınların güvenliğini tehdit ediyor. Caydırıcı olmayan cezalar, erkek şiddetini cesaretlendiriyor, yeni cinayetlere zemin hazırlıyor.

Siyasi Temsil: Kadınlar, siyasi karar alma mekanizmalarında yeterince temsil edilmiyor. Onların sesleri, meclislerde, belediyelerde, sivil toplum kuruluşlarında yeterince duyulmuyor. Kadınların hakları, siyasi arenada yeterince savunulmuyor.

Eğitim ve Sağlık: Kız çocukları, eğitimde fırsat eşitsizliği yaşıyor. Erken yaşta evlilikler, onların eğitim hayatlarını sonlandırıyor. Kadınlar, sağlık hizmetlerine erişimde de zorluklar yaşıyor. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan kadınlar, yeterli sağlık hizmetine ulaşamıyor.

İşte tam da bu noktada, 8 Mart'ı kutlarken, bu günün ardındaki mücadeleleri ve acıları da hatırlamamız gerekiyor. Bu nedenle, 8 Mart'ı sadece bir gün değil, her gün hatırlamalı ve kadınların hakları için mücadele etmeye devam etmeliyiz. Çünkü bu mücadeleler, sadece kadınların değil, tüm toplumun mücadelesidir. Bu mücadele, her gün, her yerde devam ediyor ve etmeye devam edecek. Bu nedenle, ben o çiçeklerin solmasını, o sözlerin unutulmasını istemiyorum. Ben her gün kadınların hayatın her alanında özgürce ve güvenle var olmasını, seslerinin duyulmasını, emeğinin görülmesini, haklarının korunmasını, ayrımcılığa uğramamasını, eşit şartlarda yaşamasını istiyorum. Kadınlara sadece bir gün değil, her gün değer verelim ve bu değerin gereğini yapalım.

Bu sayede daha adil bir dünya inşa edebiliriz, değil mi? 

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun! 

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 


2 Mart 2025 Pazar

Cemreler Yüreklere Düşse


sevgi ve umudun çiçek açtığı anlar : Yüreklere düşen Cewmre.

Hani derler ya, cemreler önce havaya, sonra suya, sonra toprağa düşer diye... Benim hayalimdeki cemreler  ise doğrudan yüreklere düşse?  Öyle bir cemre ki, kışın o buz gibi soğuğunu unutturup, içimizi sıcacık bir sevgiyle dolduran, samimiyetle dokunan, biraz esprili ama derin anlamlar barındıran bir sevgi seli getirse... Böyle bir cemre, sabah uyandığımızda, pencereden gökyüzüne bakıp 'Bugün seni seveceğim' dedirten türden olsa...  Gülse Birsel'in o kendine has, sıcak ve hafif alaycı üslubuyla söylemek gerekirse: ''Hayat, yanlışlıkla gülümsemeyi seçenlerin, en güzel yolculuğudur''  İşte o cemre, tam da o gülümsemeyi yüzümüze konduracak türden olurdu. 

Düşünün ki, bir sabah ilk cemre yüreğimize düşüyor; ve o cemre, içimizdeki iyilik tohumlarını yeniden yeşertiyor. İnsan ilişkileri çoğu zaman parkta karşılıklı oturan iki yabancı gibi mesafelidir.  Ama bu cemre, "Merhaba, senin de yüreğinde bahar var mı?" diye sormaya cesaretlendiriyor bizi. Sevgi, kalbin en ihtiyatlı yatırımcısıdır; beklenmedik anlarda en büyük kazançları sağlar. Bu ilk dokunuş, bir anlamda: "Acaba bu dünya neden hala bu kadar soğuk?" sorusunun cevabını aratıyor. Ve o cevap, yavaş yavaş filizlenen bir dostlukla, samimiyetle başlıyor. Belki de bu cemre sayesinde, komşumuzla bir kahve içeriz, yaşlı bir teyzenin elini tutarız, sokaktaki kediye bir kap su veririz. İşte o zaman, dünya yürekten yüreğe yayılan bir sıcaklıkla yeniden canlanır.

İkinci cemre, günlük telaşlarımızın arasında kaybolmuş ruhlara umut ışığı olan, hayata dokunan özel bir dokunuş olsa... İş yerindeki sert bakışlara, kalabalık metroda sıkışıp kalan bedenlere veya günlük koşturmacada unutulan küçük mutluluklara... İşte tam o anda, içimizden "Dur bakalım, bu da geçecek, sevgi kalıcıdır" diye fısıldayan bir ses, yani cemre devreye girse... Bazen hayat, alarmımızın bizi yarı yolda bıraktığı sabahlar gibi hatalarla dolu olsa da, sevginin dokunuşuyla her şey anlam kazanır. Çünkü aslında, "Her hata, üzerine sevgi serpiştirilen bir tohumdur; doğru sulanırsa, gül bahçesine dönüşür" diye bilgece bir söz vardır. Bu cemre, ufak tefek aksiliklerde bile gülümseyerek güzellikleri görmeyi öğretse bize. Bazen 'Ah, yine geç kaldım, ama olsun' derken bile, içimizden 'Sevgiyle yaşadığımız her an, hayatın en renkli anısıdır' dese... 

Üçüncü cemre, sevginin evrensel bir dil olduğunu hatırlatsa bize... Tıpkı tohumlarını tüm dünyaya serpen bir çiftçi gibi, o kadar geniş bir alana yayılıyor ki; adeta "Dünya, sevgiyle yeniden yeşermez mi?" dedirtiyor. Bu da insanları birbirine biraz daha yakın, biraz daha samimi kılmak anlamına gelmez mi? Hani derler ya, "Sevgi, evrensel bir dildir; kimseden borç istemez, herkesin kalbine dokunur" diye. İşte bu cemre, o dilin ta kendisi. Düşünsenize, her köşe başında, her sokakta, hatta belki de sosyal medya paylaşımlarımızda bile biraz daha samimiyet, biraz daha dostluk aramıyor muyuz? İşte bu cemre, tam da o anda "Hadi, biraz gülelim" diye fısıldıyor kulağımıza. Çünkü biliyoruz ki, dünyanın en çetrefilli meselesi bile, sevgiyle yoğrulunca tatlı bir anıya dönüşebilir.

Bu üç cemre, aslında hayatın her alanında var olan o ince dokunuşları simgeliyor: İlk cemre insanlığa sevgi getiriyor, ikinci cemre hayatı renklendiriyor, üçüncü cemre ise tüm dünyayı kucaklıyor. Gülse Birsel'in keskin kalemiyle ifade ettiği gibi: “Hayat, yanlışlıkla yakalanan gülüşlerin, akıllara kazınan sevgi notlarının ve tam zamanında çalınan dostluk melodilerinin toplamıdır.” Bu düşünce, belki de hepimizin içten içe aradığı bir şeydir. Modern hayatın hızlı temposunda, adeta bir TV dizisinin ara sahneleri gibi, molalar verdiğimiz, anları yakaladığımız ve en önemlisi gülmeyi hatırladığımız zamanlar, işte bu cemreler sayesinde mümkün oluyor. Çünkü unutmayalım, “Gülmek, ruhun dansıdır; sevgi ise bu dansın ritmi.”

Şimdi de, hayatın derinliklerinden süzülmüş, kalbimize dokunan birkaç özlü sözlerimle yazımızı taçlandıralım, ne dersiniz, güzel olmaz mı ?

"Sevgi, yüreğe yağan en tatlı yağmurdur; ne kadar ıslanırsan ıslan, gülüşün hiç solmaz." 

"İnsanlık, samimiyetten örülmüş sıcacık bir battaniyedir; soğuk günlerde en çok o yumuşak dokunuşa ihtiyaç duyarız." 

"Her hata, sevgiyle sarılınca bir gülümseme sebebine dönüşür." 

"Gülmek, hayatın en kolay lüksüdür; sevgi ise bu lüksün en değerli parçası." 

Bu sözler, sanki hayatın karmaşasını çözmek için yazılmış küçük notlar gibi. Her birinde, içimizde yeşeren umutlar ve yeniden başlayan dostluklar gizli.

Belki de bu yazının sonunda size sormak istediğim en önemli soru şu: "Bugün, yüreğinize düşen o ilk cemreyi hissettiniz mi?" Eğer hissettiyseniz, işte tam o an, o beklenen sevgi yağmurunu birlikte karşılamak için en güzel zaman. Çünkü biliyoruz ki, cemreler sadece doğanın mucizesi değil, aynı zamanda bizim de yaratabileceğimiz bir mucize. Küçük bir gülümseme, içten bir "merhaba" ile her an ortaya çıkabilir. 

Sevgili okurlar, umarım bu yazı, yüreğinizde minicik de olsa bir sevgi kıvılcımı yakmıştır. Unutmayın, hayatın her köşesinde, her anında bir cemre gizli. Gözlerinizi açın, kalbinizi sevgiyle doldurun ve dünyaya biraz daha şefkatle bakın. Çünkü sonuçta, "Sevgi, en basit haliyle, dünyanın en karmaşık sorununu çözen sihirli bir dokunuştur." 

Hoşça kalın, gülümseyin ve sevgiyi paylaşın. Unutmayın, cemreler yüreklere düştükçe, dünya yeniden güzelleşir.

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 

Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...