31 Aralık 2024 Salı

Yeni Yılı Geride Bırakırken: Hayaller, Hatalar ve Ufak Kahkahalar

 

"Yeni Yılı Geride Bırakırken: Hayaller, Hatalar ve Ufak Kahkahalar"

Bir Yıl Daha Bitti mi Şimdi?

Evet, bir yıl daha göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Bazen ağır aksak ilerledik, bazen de hızla akıp giden zamanın peşinden koştuk. Şimdi, bu yılın son günlerinde bir durup düşünme zamanı: Geride bıraktığımız yıl bize ne öğretti? Nelere şükrettik, neleri unuttuk? Belki hayallerimize biraz daha yaklaştık, belki de yoldan şaştık. 

Ama gerçekten bitti mi? Çünkü bende hâlâ geçen Ocak’tan kalma hayaller, yarım bırakılmış işler ve “Sonra yaparım” dediğim bir sürü şey var. Ve her yıl sonunda aynı soruyu soruyorum: “Bu yıl gerçekten ne yaptım?” Ama işte, bir yıl daha defterimize yazıldı. Peki, bu defteri nasıl kapatmalıyız?

Cevap biraz belirsiz. Kendime göre küçük zaferlerim, görünmez yenilgilerim ve bolca “Ah, keşke!” dediğim anlar var. Ama bir yandan da biliyorum ki yıl bitince zamanın hesabını tutmanın pek bir anlamı yok. Çünkü zaman, ne hesap sorar ne de hesap verir. O sadece geçer.

Geride Bırakmanın Hafifliği:

Her yeni yıl, bir vedayı da beraberinde getirir. Ancak geçmiş yılın ağırlığını taşımak yerine, onu derslerle dolu bir armağan olarak görmek gerek. Hangi hatalardan ders aldık? Hangi yanlışları tekrar yapmamak için kendimize söz verdik?

Bir düşünün: Bu yıl seni en çok zorlayan şey neydi? Ve ona rağmen en çok gurur duyduğun an hangisiydi? Hayat bazen inişli çıkışlı bir yol, ama her iniş bir çıkışa açılmıyor mu?

Murathan Mungan da boşuna dememiş:

"Bir yıl daha bitiyor.

Düşlerim, tasalarım...

Yarım kalmış onca şey,

Her yıl biraz daha kısalıyor,

Bir öncekinden...

Bana mı öyle geliyor,

Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman,

İnsan yaşlanırken..."

Zaman gerçekten hızlanıyor mu, yoksa biz mi yavaşlıyoruz, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: İnsan yaşlandıkça yılın ayları, günlerin saatleri daha kıymetli hale geliyor. Ve zamanın akışı karşısında durup kendi düşlerimize, tasalarımıza ve yarım kalmış işlerimize bakıyoruz. Ama bu muhasebeyi kendimize yük değil, bir yenileme fırsatı olarak görmeliyiz.

Yeni Yılda Biraz Ütopya, Biraz Gerçek :

Ben bu yazıyı yazarken bir söz verdim kendime: Yeni yıl, yeni bir başlangıç değil mi? Ama bu seferki başlangıcım biraz farklı olacak. Bu yıl hayallerime daha fazla yer açacağım. Onları sadece kurmayacak, gerçekleştirmek için adım atacağım. Yeni yılı kucaklayacağım, daha çok güleceğim, daha az endişeleneceğim ve hayatı daha fazla hissedeceğim. Çünkü hayat, kusursuz hedefler ya da büyük başarılar değil, yolculuğun kendisinde saklı. 

Unutmayın, geçmişi değiştiremeyiz ama gelecek bizim elimizde. Bu yüzden yeni yılı karşılarken kendinize bir söz verin: Daha çok sevin, daha çok öğrenin, daha az endişelenin, fazlalıklardan arının, imkanlarınız eşliğinde seyahat edin ve hayatı daha fazla hissedin.. Çünkü yeni bir yıl, yeni bir başlangıç demek.

Yeni yılın bize sunduğu en güzel hediye, her günün yeniden başlama şansı olduğunu hatırlamak. Ve belki de yıl biterken başlayan şey, yeni bir zaman diliminden çok, kendimizi yeniden keşfetme fırsatıdır.

Haydi, yeni yılı umutla karşılayalım. Çünkü umut her zaman en güzel başlangıçtır.

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 

26 Aralık 2024 Perşembe

ADALETİN TADI YOK AMA HALA UMUT VAR!


Utanmadan, marifetmiş gibi, “İşçilerimizin yanında olmaya devam edeceğiz,” diyerek asgari ücreti 22.104 TL olarak açıkladılar. Peki bu ne demek? İstanbul’da bir aylık kira ücreti bile değil! Bu ücret halka yoksulluğu, sefaleti ve açlığı dayatma vicdansızlığıdır. İnsanlara 'Neye layıksanız onunla idare edin,' diyerek adeta dalga geçmektir. Hani halkı 'enflasyona' ezdirmeyecektiniz! Vicdan nerede? İnsanlık nerede? Verdiğiniz sözler nerede?

Peki ya emekliler? Onların hali daha içler acısı! Aralık ayı enflasyonu açıklandıktan sonra son altı aya ait enflasyon farkı verecekler. Onlara verilen zamlar, market arabasındaki bir poşetin bile maliyetini karşılamıyor. Şu anki düzen, emekliyi adeta hayattan koparıyor. Yaşamayı bırakın, hayatta kalmayı bile imkânsız hale getiriyor. Emekliye “Yaşamayı unut, öl de kurtul,” deniyor sanki.

Türkiye’de bir çayın artık üç yudumda bitmesinin nedeni bardakların küçülmesi değil; cebimize sığmayan enflasyon canavarı. Kuruşlarla başlayan sessiz dram, bugün gözümüzün içine baka baka çığlık atıyor: Asgari ücret 22.104 TL! En düşük emekli maaşı 12.500! (Bir de böyle bir kavram girdi hayatımıza) Ama gelin görün ki, bu rakamların altındaki ‘mutlu bir yaşam’ etiketi, hâlâ satışa çıkmamış. Üstelik koca bir ülke, bu rakamların vicdanımızla mı, mantığımızla mı hesaplandığını sorguluyor.

Maaş mı, İllüzyon mu?

Enflasyon mutfakta, markette, dolmuşta bizden hızlı koşarken, “bu ücretlerle nasıl geçiniriz?” sorusu, artık bir düşünce deneyi değil, bir yaşam mücadelesine dönüştü. Hayatta kalma oyunu oynuyoruz ama karakterimiz sürekli 'game over' oluyor. Mesela markete gittiniz, bir kilo domates mi aldınız? Geçmiş olsun, ay sonunu göremeyeceksiniz.

Hadi diyelim bu maaşlarla bir şekilde (imkansız yaa!! yine de hadi diyelim!)  kira, fatura, mutfak masrafını hallettiniz. Sosyal hayat mı? O da ne? Dışarıda bir kahve içmek lüks kategorisine, sinema bileti "hayal dünyası"na girdi. Ha, unutmadan; sağlık hizmetlerinden faydalanmak için de iki kere düşünmelisiniz, çünkü ilaçların fiyatı düpedüz bilim kurgu.

Vicdanın Market Rafında Tükenmesi !

Bu maaşı belirleyenler acaba hiç markete gitmiş mi? Ya da bir halk ekmek kuyruğunda beklemiş mi? Hayır beklememişlerse bile haberim olsun, ben onları memnuniyetle davet ederim. Evet, çıkışta süt alamasak da olur, en azından gerçekleri görürler. Çünkü ekmeğin fiyatı sadece 10 TL değil, bir annenin çaresizliğini, bir babanın gururunu ve bir çocuğun geleceğini temsil ediyor.

Bir Ay siz bu maaşlarla geçinin de görelim !

Empati kolay değildir, özellikle de hiç yaşamadığınız bir hayatı anlamaya çalışırken. Ama önerim basit: Yetkililerimiz, bu maaşı belirlerken keşke bir ay boyunca bu ücretle geçinmeyi deneselerdi. Kirayı, faturaları ödesinler, marketten sadece temel ihtiyaçlarını alsınlar ve en önemlisi, çocuklarının bir isteğine ''olmaz, hayır'' demenin ne anlama geldiğini hissetsinler. Zaten empati yeteneklerini kullansalar, vicdanlarının sesini dinleseler ne anlama geldiğini hissedebilirlerdi. Sorun da bu ya!

Aslında bu, yalnızca maddi bir sınav değil; insan onurunun, umudun ve çaresizliğin ne demek olduğunu anlama fırsatı olurdu. Belki o zaman 22.104 TL’nin bir 'yaşam standardı’ değil, hayatta kalma mücadelesinin adı olduğunu daha iyi kavrarlardı.

İnsanlık Nerede?

Artık herkesin bu duruma sessiz kalmaktan vazgeçmesi, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışını terk etmesi gerekiyor. Çünkü bu yılan, çoktan hepimizin cebini, sofrasını, geleceğini soktu. 

Çözüm belli: Toplumun uyanması, vicdanların birleşmesi ve halkın sesini duyurması.

Erken seçim artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Bu düzenin değişmesi için hepimizin sorumluluğu var. Çünkü asgari ücretle ve en düşük emekli maaşlarla değil, insanlık onuruyla yaşamak istiyoruz.

Bu sebeple; 

"Ya vicdanınızı sorgulayın ve insan gibi kararlar alın, ya da yapamıyorsanız bu işi onuruyla yapacak birilerine bırakın."

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 

24 Aralık 2024 Salı

Yeni Yıl Kutlamak: Günah mı, Yoksa Umudun Tatlı Bir Kaçamağı mı?"

 

Yeni Yıl Kutlamak: Günah mı, Yoksa Umudun Tatlı Bir Kaçamağı mı?"

Her yıl Aralık ayının sonlarına doğru, aynı tartışma başlar: “Yılbaşı kutlamak caiz mi?” “Çam ağacı süslemek günah mı?” Bir yanda “Aman yapmayın!” diyenler, diğer yanda “Oh be, bir yılı daha devirdik!” diye geri sayım yapanlar. Ama işin aslı şu ki, yeni yıl ne günah, ne sevap; yeni yıl tamamen senin ona ne anlam yüklediğinle ilgili. Düşünsene, bir yıl boyunca koşuşturduk, yorulduk, belki de ara sıra "Bu yıl bitsin artık!" dedik. Ve işte şimdi, önümüzde temiz bir sayfa var. Yeni yıl, eskiyi uğurlayıp yeniyi kucaklamak demektir. Biraz da "Kendimi sıfırlıyorum!" deme fırsatı, haksız mıyım? Peki, bu işin aslı astarı nedir? Kutlamalı mıyız, yoksa “Ne yeni yılı, ben inancım gereği hicri takvime bakarım!” mı demeliyiz? Gelin, bu konuya hem tarihsel, hem kültürel, hem dini, hem de biraz insani açıdan bakalım.

Yeni Yıl ve Dinî Perspektif:

İslam, insana özel günleri kutlamayı yasaklamaz; niyet önemlidir. Yeni yıl kutlamaları, dini bir ritüel değil, daha çok kültürel bir etkinliktir. Kimse yılbaşında dua edip, "Ey Noel Baba, bana PlayStation 6 gönder!" demiyor sonuçta, değil mi? Yılbaşı kutlamalarının kökeni Pagan ritüellerine dayandığı için bu konu bazı hassasiyetleri tetikleyebilir. Ancak aynı mantıkla giderseniz, çayı da içemezsiniz çünkü o da Çin'den geliyor. Yani, her şey niyet meselesi. Yeni bir yılın başlangıcını umut, sevgi ve iyilik dilekleriyle karşılıyorsanız, burada neyin yanlış olduğunu sorgulamak gerek.

Şimdi gelelim şu çam ağacı meselesine. Tamam, belki bizim kültürümüzün bir parçası değil ama bu ağacın günahkâr ilan edilmesi de biraz insafsızlık gibi. Pagan kültürlerinden bugüne taşınan bu gelenek, aslında doğanın yeniden canlanmasını kutlamaktan ibaret. Yani “Kış geçecek, bahar gelecek!” mesajı veriyor. Bu işin dini boyutuyla hiç ilgisi yok. Daha çok neşe, biraz da estetik meselesi. Bir ağacı süslemek seni günahkâr yapmaz; belki biraz fazla elektrik faturası ödersin, o kadar. Ama yüzünde bir gülümseme yaratıyorsa, o ağacın hakkını veriyorsun demektir.

O halde kendi kendimize sormamız gereken sorular olmalı;

Yılbaşını kutlamaktan ne anlıyoruz? Bir şükür vesilesi mi, yoksa sadece eğlence mi?

İyilik dileklerini hangi takvim üzerinden yapmak daha önemli? Hicri ya da Miladi, sonuçta niyet aynı değil mi?

Sevdiğiniz insanlarla bir araya gelip bir fincan kahve / çay eşliğinde geçmiş yılı değerlendirmek, mutluluğu doyasıya paylaşmak neden kötü bir fikir olsun? Önemli olan sevdiklerimizle bir araya gelmek, hasbihal etmek değil midir? Yani yeni yıl buna bir vesiledir. 

Kültürel ve İnsani Boyutuna baktığımızda; 

Yeni yıl, aslında bir arınma vesilesidir. Eski defterleri kapatma, affetme, umutları tazeleme, belki de ertelenmiş hayalleri masaya yatırma zamanıdır. Hadi işin içine biraz mizah katalım: Geçen yıl başladığınız diyeti hatırlıyor musunuz? Hani üç gün süren? İşte yeni yıl, tekrar başlamak için mükemmel bir bahane! Ayrıca, kültürler arasında köprüler kurmak, farklı gelenekleri anlamak da zenginleştirici bir deneyimdir. Çam ağacını süslemek ya da bir hediye vermek, bir kimlik krizi yaratmaz. Aksine, “Hadi bu yıl daha iyi bir insan olalım” diyorsanız, bunun günah olduğunu kim söyleyebilir?

Yeni yıl, sadece takvimde bir değişiklik değil; içimizde yenilenme fırsatı. Geçmiş yılın zorluklarını ve başarısızlıklarını geride bırakıp, yeni hedeflere yelken açmak demek. Tabii, kabul edelim, çoğumuzun yeni yıl kararları şubat ayında unutuluyor ama mesele de bu değil zaten. Önemli olan, bir anlığına da olsa “Bu yıl daha iyi olacak!” diyebilmek.

Herkesin hayatında bir "reset" tuşuna ihtiyacı var ve yeni yıl, bunu yapmak için en güzel bahaneyi sunuyor. Umut etmek, hayal kurmak ve daha iyisi için adım atmak… Yeni yılın bize sunduğu en büyük armağan bu.

Yeni yıl, umutların yenilendiği, eski yılın hatalarının bir kenara bırakıldığı bir zaman dilimi. Kutlamak ya da kutlamamak, tamamen sizin tercihiniz. Ancak niyetinizi sorgularken kendinize şunu sorun:

“Ben bu kutlamayla kime zarar veriyorum?”

Cevap muhtemelen “kimse” ise, biraz rahatlayabiliriz. Çünkü hayat, küçük mutlulukları kutlayacak kadar kısa.

O Zaman Yeni Yıla Umutla Bak!

Unutma, yılbaşı kutlamaları kimseyi inançlarından koparmaz. Tam tersine, insanları bir araya getirir, umut aşılar ve hayatı bir nebze daha güzel kılar. İster dostlarınla kutla, ister ailenle, ister kendi kendine planlar yap; yeter ki bu yenilik enerjisini kaçırma.

Çünkü yeni yıl sadece bir tarih değil; bir başlangıç. Ve o başlangıç senin elinde. Bu yıl daha çok gül, daha az endişelen ve hayatı dolu dolu yaşa. Çünkü her yeni yıl, yeni bir sen demek.

Yeter ki niyetlerimiz iyiliklerle süslensin ve gökyüzüne uçsun, sonra yağmur gibi ıslatsın bizi! 

Görüşmek üzere...


Arzu SEKİN

22 Aralık 2024 Pazar

TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK


Kadın Olmak: Türkiye'de Zorluklar, Sebepler ve Bir Adım Daha İleriye:

Bugün, sabahın erken saatlerinde, taze kahvemi içerken ve hava almak için balkondan dışarıya bakıyordum. Havanın serinliği ve kuşların cıvıltısı arasında, biraz önce okuduğum bir haber birden aklıma üşüştü: Bir kadın, sokakta yalnız yürürken, bir adam tarafından rahatsız edilmişti. Neden hep kadınların başına geliyordu diye düşünmeden edemedim! Her ne kadar içimi ürpertse de, kalbimi sızlatsa da ne yazık ki, bu tür haberlerle karşılaşmak, Türkiye'de kadın olmanın zorluklarını hatırlattı bana. Peki, Türkiye'de kadın olmak neden bu kadar zordu? Bu sorunun cevabı, sadece tek bir kelimeyle açıklanamaz elbette; hem geçmişin izleri hem de toplumsal dayatmaların (normların) etkisiyle şekillenen çok katmanlı bir konu bu.

Tarihi ve Kültürel Bir Perspektif:

Türkiye’de kadın olmak, tarih boyunca birçok anlam taşımış, değişen toplumsal dinamiklerle birlikte sürekli evrim geçirmiştir. Türk kadınları, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde dünyada ilk olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, eğitimde fırsat eşitliği gibi adımlar, o dönemde dünyada örnek teşkil etmiş olsa da bu kazanımlar, zamanla yerleşik kültürel kalıplar ve ataerkil yapılarla sınırlandırılmış, kadının toplumsal hayatta varlığını tam anlamıyla hissettirmesi her zaman kolay olmamıştır. Kadınlar, bir yandan toplumsal, kültürel ve ekonomik hayatta varlıklarını güçlü bir şekilde hissettirmek için mücadele ederken, diğer yandan eşitlik ve özgürlük arayışlarını sürdürmektedir.

Aile Baskısı ve Toplumsal Beklentiler:

Birçok kadın, genç yaşlardan itibaren ailesi tarafından “iyi bir kız çocuğu” olma baskısına maruz kalıyor. Aileler, çoğu zaman kız çocuklarının toplumun kabul ettiği kalıplara uymalarını bekler ve baskı yaparlar. Eğitim almak önemli olsa da, bazen "güzel" ya da "namuslu" olmanın ön planda olduğu bir çevrede büyürsünüz. Aile baskısının, kariyer seçimlerinden kişisel hayata kadar uzanan bir etkisi vardır. Mesela, Zeynep’in hikayesi hep aklımda. Üniversiteye başlamış, çok başarılı bir öğrenciydi. Fakat ailesi, onu erken yaşta evlendirmeyi düşünüyordu. Eğitimini ve kariyerini bir kenara koyarak, toplumun “kabul edilebilir” kadın imajına uyması bekleniyordu. Zeynep bu baskılara karşı durup, eğitimine devam etti ve sonunda kendi işini kurdu. Ama bu süreç, hiç de kolay olmadı.

İş Hayatındaki Eşitsizlik ve Cam Tavanlar:

Kadınlar, iş dünyasında hâlâ pek çok zorlukla karşı karşıya. Aynı işte çalışan bir erkekle aynı maaşı almak, terfi etmek ya da karar alma mekanizmalarına dahil olmak, birçok kadın için hayal gibi kalıyor. En basitinden, iş görüşmelerinde karşılaşılan “Evlendikten sonra işi bırakacak mısınız, evli misiniz, evlenmeyi düşünüyor musunuz?” gibi kendinizi kötü hissettiren sorular, kadınların profesyonel hayatta ne kadar ciddiye alındığını gösteriyor. Bir arkadaşımın başına geleni hatırlıyorum: Ayşe, mühendislik bölümü mezunu ve iş hayatına atıldığında, aynı pozisyonu paylaştığı erkek meslektaşlarının hemen önüne geçmeyi başarmıştı. Ancak, bir süre sonra terfi almak için yaptığı başvurular hep geri çevrildi. Her seferinde, "Kadın olduğun için değil, daha fazla deneyim kazanman gerek" gibi cevaplar aldı. Sonunda, başka bir şirkette terfi etti ve kadın olarak yükselmenin aslında bir mücadele gerektirdiğini gördü.

Güvenlik ve Sokaklarda Kadın Olmanın Zorluğu:

Güvenlik, Türkiye’de kadınların günlük hayatındaki en büyük endişelerden biri. Sokakta yalnız yürümek, akşam saatlerinde yalnız başına dışarı çıkmak, zaman zaman korku yaratabiliyor. Herkesin yaşadığı bu zorluk, aslında kadınların toplumda daha fazla korku ve tehdit altında olduğunu gösteriyor. Kadınlar, sokakta rahatça yürümek istediklerinde, bazen başkalarının gözleriyle, bazen de laf atmalarla karşılaşıyorlar. Birçok kadın, işine gitmek, alışveriş yapmak veya arkadaşlarıyla buluşmak gibi sıradan aktiviteleri yaparken, bir tehdit hissetmeden hareket edebilmek istiyor. Ama ne yazık ki, güvenli bir toplumda yaşamak, Türkiye’de hala kadınlar için büyük bir lüks.

Kadın Dayanışması ve İleriye Dönük Adımlar:

Ancak, bütün bu zorluklar ve engeller, kadınların gücünü ve direncini kırmaz. Tam tersine, kadınlar, birbirlerine destek olarak, toplumsal normları değiştirebilir ve seslerini duyurabilirler. Kadın dayanışması, Türkiye’de giderek daha fazla önem kazanan bir kavram haline geldi. Örneğin, 2018 yılında birçok kadının hayatını kaybetmesine ve şiddet mağduru olmasına karşı yapılan protestolar, kadının gücünü ve bu sorunun çözülmesi için kadınların bir araya gelmesinin gerekliliğini ortaya koydu. Bu hareket, sadece Türkiye'de değil, dünyada kadın hakları konusunda önemli bir adım oldu. Kadınlar, artık yalnızca kendilerini savunmakla kalmıyor, aynı zamanda seslerini duymak isteyen diğer kadınlar için de bir umut kaynağı oluyor.

Birlikte Daha Güçlüyüz:

Türkiye'de kadın olmanın zorlukları hala var ve bugün hala zorlu bir yolculuk olabilir, fakat bu engelleri aşmak ancak kadınların azmi, dayanışması, değişime olan inancı bu yolculuğu daha güçlü ve umut dolu bir hale getirecektir. Ayrıca her geçen gün daha fazla kadının adım attığını görmek umut verici. Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi, ''Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.'' Bu ideal, kadınların hak ettiği yere ulaşması için hepimize yol göstermeye devam etmelidir.  Zeynep ve Ayşe gibi kadınlar, toplumsal normlara karşı direnirken, kadın dayanışması sayesinde güçlerini birleştiriyorlar. Her zorluk, beraberinde bir fırsat doğurur ve unutmayın, her adımda bir değişim yaratmak mümkündür. Eğer bugün Türkiye’de kadın olmak zor görünüyorsa, bir adım daha atarak o zorlukları aşmak, yarının dünyasında daha güçlü bir kadın olmak mümkündür.

Arzu SEKİN 





Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...