Eskiden, insanlar bir araya geldiğinde sanki ruhları da birleşirdi. Her kelime bir anlam taşır, her bakış bir hikâye anlatırdı. Birinin derdi varsa, diğerinin omuzları tereddütsüzce uzanırdı; sanki görünmez bir bağ, yürekten yüreğe uzanırdı. O zamanlar sevgi, bir yudum su gibiydi; içtikçe kana kana doyardın. Vicdan ise bir lokma ekmek gibi; tattıkça varlığını hisseder, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirdin.
Şimdi ise her şey değişti. O derin bağlar koptu sanki. Yerini incecik,
kırılgan iplikler aldı. Aynı çatı altında, hatta aynı odada olsak
bile; birbirimizin
gözlerine bakmak yerine, parmaklarımız hızla sanal dünyalarda geziniyor.
Konuşmalar, derinlikten yoksun, havada asılı kalıyor. Ne bir acı paylaşılıyor
tam anlamıyla, ne de bir sevinç. Herkes kendi kabuğunda, kendi fırtınasını
yaşıyor gibi. Bir başkasının acısına şahit olduğumuzda bile, ilk tepkimiz içten
bir yardım eli uzatmak değil, o anı ölümsüzleştirmek oluyor. Sanki hayat bir
sahne, bizler de sürekli performans sergileyen oyuncularız. Gerçek duygular,
gerçek dertler perdenin arkasında kalıyor, birer sır gibi saklanıyor.
Birisi düşse, kalkmasına yardım etmek yerine, önce bir telefon çıkarıp
fotoğrafını çekiyor, belki de bir hikâye paylaşmayı düşünüyor. Birisi hıçkıra
hıçkıra ağlasa, gözyaşını silmek yerine, "Ne oldu?" diye sormadan
önce o anı kayda almayı planlıyor. Bu anlık, yüzeysel tepkiler, bizleri
birbirimizden uzaklaştırıyor. Empati, sadece sözlüklerde kalan, anlamı
unutulmuş bir kelimeye dönüşüyor. Ne hissettiğimizi bile anlatamıyor,
anlatabilsek bile kimsenin dinlemeye vakti olmadığını düşünüyoruz.
Oysa insanız biz. Damarlarımızda kan, içimizde bir kalp atıyor. Gözümüzden
yaş, yüzümüzden gülümseme eksik olmuyor. Yalnızca iyi anlarımızda değil,
düşüşlerimizde, kırılganlıklarımızda da birbirimize ihtiyacımız var. Ama ne
yazık ki, o gözyaşını gören, o gülümsemenin ardındaki hüznü fark eden ya da bir
başkasının sessiz çığlığını duyan pek az kişi kaldı. Sevgi artık sadece
sosyal medyada beğenilen bir gönderi, geçici bir "kalp" ikonu. Vicdan
ise unutulmuş, tozlu bir kitap kapağı; varlığı dahi hatırlanmayan bir miras.
Belki de bir an durup, o ekranları bir kenara bırakmalıyız. Başımızı
kaldırıp etrafımıza bakmalıyız. Birine içten bir "Nasılsın?" demek,
belki de gününü değiştirecek samimi bir selam vermekle başlamalıyız. Birinin
elini sıkmak, birinin derdini dinlemek için zaman ayırmak... Bu küçük adımlar,
belki de o kayıp bir yudum sevgiyi ve bir lokma vicdanı yeniden bulmamızı
sağlar. Yoksa, bu gidişle insanlık, kendi yarattığı yalnızlık bataklığında
boğulmaya mahkum olacak.
Sevgiyle Kalın..