27 Nisan 2025 Pazar

NEDEN ATATÜRK'Ü SEVMELİYİZ VE SAYGI DUYMALIYIZ?

 

"Mustafa Kemal Atatürk: Bir ulusun özgürlük ve aydınlanma mücadelesinin lideri."

Bazı insanlar vardır, adını her andığınızda gözleriniz dolar, yüreğiniz kabarır. O isimlerin başında gelir Mustafa Kemal Atatürk. Onunla ilgili konuşurken sadece bir komutanı ya da bir lideri değil, bir milletin küllerinden doğmasını sağlayan ışığı anmış oluruz. Atatürk, sıradan bir lider değildir. O, yokluk içinde var olmanın; işgale direnen bir halkın; inanç, akıl ve bilimle yeniden ayağa kalkmasının adı olmuştur.

Peki, neden Atatürk'ü sevmeli ve saygı duymalıyız?

Çünkü o, bir halkı yeniden ayağa kaldırdı.

Çünkü o, "milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" diyerek umudu halka emanet etti.

Çünkü o, "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek barışın yalnızca içeride değil, dünyada da bir değer olması gerektiğini öğretti.

Çünkü o, kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanırken dünyanın birçok ülkesinden önce davrandı.

Çünkü o, cehaletin zincirlerini kırmak için okullar, üniversiteler, kütüphaneler açtı; harf devrimini yaptı.

Çünkü o, sadece askeri bir deha değil, aynı zamanda büyük bir öğretmendi.

O, sadece düşmanı yenen bir komutan değil, geleceği görebilen bir vizyon sahibiydi. Cumhuriyeti kurarken bir saltanatı devirmişti ama asla kinle, öfkeyle yapmadı bunu. Onun kurduğu sistemde halk vardı, halkın iradesi vardı, meclis vardı. Kendi kendini yöneten bir milletin onuru vardı. Kendine güvenen bir ülke yaratmak için ömrünü verdi.

O, halkın çocukları okusun diye kara tahtanın başına geçen öğretmendi.

O, kasketli işçiyle tokalaşan, köylünün gözlerinin içine bakan insandı.

O, halkının ne hissettiğini bilen bir liderdi.

Ayakkabısı delik Mehmetçiği görünce içi burkulan, geceleri çadırda onunla aynı soğuğu yaşayan komutandı.

Onu sevmek, bir kişiyi yüceltmek değildir. Onu sevmek, bizi biz yapan değerlere sahip çıkmaktır. Onu sevmek, laikliğe, özgürlüğe, eşitliğe, kadın haklarına, eğitime, bilime, bağımsızlığa sahip çıkmaktır. Onu sevmek, geleceğe umutla bakmak için geçmişin hakkını teslim etmektir.

Bazıları zaman zaman bu sevgiyi küçümsemeye çalışır. Derler ki "geçmişte kaldı", "artık çağ değişti", "abartılıyor". Ama ne acıdır ki, her dara düştüğümüzde ilk aklımıza gelen onun sözleri olur. Çünkü o, sadece yaşadığı döneme değil, geleceğe de hitap etti. Gençliğe hitabesiyle, Nutuk’la, söylediği her sözle aslında bugünü de gördü.

Atatürk’ü sevmek, onun ilke ve inkılaplarını anlamakla başlar. O ilkelere sahip çıkmak da sadece afiş asmakla, bayrak sallamakla değil; çalışarak, üreterek, düşünerek, sorgulayarak, bu ülkeye yakışır bireyler olarak yaşamakla olur.

Benim için Atatürk, çocukken anlamını tam kavrayamasam da gözlerim dolarak baktığım bir resimdi. Büyüdükçe anladım ki, o resimde sadece bir adam değil, bir halkın yeniden doğuşu varmış. Şimdi her sabah onun bıraktığı mirasa nasıl sahip çıkabileceğimi düşünerek uyanıyorum.

Ve her gün şu cümleyi içimden tekrar ediyorum:

"Seni sevmek, sana minnet duymak, bu ülkeye borcumu ödemeye çalışmaktır Atam."

Yüreğime dokunan şu cümleyle bitsin yazı:

“Bazı insanlar vardır; zamanın ilerisindedir. Gölgesi, ardında bıraktığı fikirlerle hep yaşar. Atatürk, o gölgenin adıdır.”

Görüşmek Üzere..

Arzu SEKİN


20 Nisan 2025 Pazar

KORKTUKÇA TUTSAK, UMUT ETTİKÇE ÖZGÜRSÜN

 

Zincirlenmiş bir figürün gölgede kaldığı, açık bir kapıdan uçan kuşun özgürlüğü simgelediği dijital illüstrasyon. Ortada “Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsün” yazısı yer alıyor.

Hayat, çok basit bir şekilde "gittikçe" ilerler. Bazen bir adım atarsınız, bazen ise bir adım bile atamamışsınızdır. Birçok insan için hayat, korku ile mücadele etmekle geçer. Korkunun adı farklı olsa da etkisi aynıdır: İnsanları köle yapar, zincirler yaratır. Ama ne zaman ki umut ışığı doğar, ne zaman ki yüreğimizde küçük bir kıvılcım yanar, o zaman özgürlüğü hissederiz. Bu yazıda, korkunun tutsaklıkla, umudun ise özgürlükle bağlantısını keşfetmeye çalışacağız.

Korku: Zincirlerin Kendisidir:

Korku, insanın hayatını şekillendiren ve bazen onu boğan en güçlü duygulardan biridir. Gerçek ya da hayali fark etmeksizin, korkular insanı içsel bir hapis hayatına sürükler. Birçok zaman, korku öyle derin bir kök salar ki, bir adım dahi atmak, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yasaklanmış gibi hissedilir. Geçmişte yaşadığımız travmalar, kayıplar ve acılar, korkunun tohumlarını eker. Bu korkular, yaşamın her anında boy gösterir. Bir sınav, bir iş görüşmesi, bir ilişki… her yerde korku gizlidir.

Bir zamanlar, köle hayatı yaşayan insanların zincirlerini kırmaları ne kadar zorduysa, günümüzde de insanlar kendi içsel zincirlerine o kadar bağlıdır. Korkularımız, adeta bizim görünmeyen zincirlerimizdir. Korku, bir şekilde geçmişin yankısıdır; her korku, geçmişte yaşadığımız bir acının izidir. Bu izler, ilerlememize engel olur. Korktuğumuzda, hayatta yalnızca geçmişin sınırları içinde hareket ederiz, özgür olamayız.

Umut: Geleceğin Kapılarını Açan Anahtar:

Korku, bedeni ve zihni kilitleyen bir hisse sahipse, umut, tıpkı bir anahtar gibi, o kilidi açar. Umut, bize yaşama gücü verir. Umut, geçmişin acılarından arınmak, korkularımızla yüzleşmek ve daha iyisi için bir adım atmak için cesaretimizi toplar. Umut, her şeyin henüz bitmediğini ve her şeyin hala mümkün olduğunu hatırlatan bir ses gibi bir şeydir.

İçinde bulunduğumuz karanlık anlarda, umut, bir ışık gibidir. Korkunun öne çıkardığı duvarları aşmamızı sağlar. Birçok insan, umudu bir "düş" olarak görür; ancak umut, gerçek bir güçtür. Her ne kadar korkularımızın gerisinde bir hüsran ve kaygı bulunsa da, umut sayesinde bu duvarların içinden geçebiliriz.

Umut ettiğimizde, her şey yeniden başlar. Korku, seni karanlıkta tutarken, umut seni aydınlığa taşır. İnsan, umudu kaybettiğinde aslında her şeyin sonlandığını hisseder. Ancak umut, bir ışık gibi, her zaman var olabilecek bir şeydir; o ışık, karanlığın içinde kaybolmaz, tam tersine her zaman yeniden doğar. Bu yüzden, umut ettiğimizde tutsak değil, özgürüz.

Korku ve Umut Arasındaki Savaş:

Hayat, bir mücadeledir. Birçok insan, bu mücadelenin yalnızca dışarıda, dünyada olduğunu düşünür. Ama gerçek mücadele, insanın içindedir. İçsel korkularımız, en büyük engellerimizdir. Korku, bazen çevremizdeki insanlardan, bazen toplumun baskılarından, bazen de kendi içimizden gelir. Korkunun etkisiyle geçmişe takılı kalır, geleceği göremez oluruz. Ama umut, o korkunun karşısına çıkıp, adeta bir direniş başlatır.

Hayatta bir şeyi değiştirmek istiyorsanız, ilk adımda korkularınızın karşısına çıkmanız gerekir. Her adımda, küçük bir cesaretle korkuları yenmek, umudu büyütmek gerekir. Korku, geçmişin gölgeleridir, umut ise geleceğin aydınlık yoludur. Bir adım atmak, korkuyu kabul etmek, ama ona teslim olmamak demektir. Korku, her zaman bizimle olacaktır; ama umut, onun etkisini azaltır.

Korku ve Umut: Birbirini Tamamlayan Duygular:

Korku ve umut, birbirine zıt gibi görünebilir. Ama aslında, ikisi de birbiriyle bağlıdır. Korkuyu hisseden biri, umudu en derin şekilde yaşar. Korkusuz bir hayat, insanın gelişiminin önünde bir engel olurdu. Korku, bir bakıma bizi sınırlar içinde tutarken, umut, bu sınırları aşabilmek için gücümüzü yeniden toplar.

Korku, değişimden korkmakla başlar, ama umut, değişimi kucaklamaktır. Korku, geçmişte yaşadıklarımıza odaklanmamızı sağlarken, umut geleceğe dair bir vizyon sunar. Birinin varlığı, diğerini doğurur. Korkusuz bir yaşam, gerçek yaşamı da barındırmaz. Korkularımızla yüzleşmek, yaşamın gerçek anlamını bulmamızı sağlar. Korku, bizi uyarır; umut, bizi yönlendirir.

Sonuç: Özgürlük Umutta:

Sonuç olarak, korku ve umut, yaşamın iki temel bileşenidir. Korku bizi durdurur, ama umut ettiğimizde, adım adım özgürlüğümüze yaklaşırız. Korku, geçmişin bir yankısı iken, umut geleceğin bir habercisidir. Korku ile savaşarak özgürlüğü bulabiliriz. Korkularımızın ne kadar büyük olduğuna bakmadan, umutla yola çıkmamız gerekir. Ne zaman korksak, umudun ışığıyla yolumuzu bulmamız gerektiğini hatırlamalıyız. 

Ve belki de mesele, korkularımızdan sıyrılmayı başarmakta değil, korkarken bile yürümeye devam edebilmekte…

Çünkü tutsak eden korku değil; onunla ne yaptığın.

Umut, her zaman orada bir yerlerde…
Bir kuş gibi…

Kimi zaman bir kapının aralığında, kimi zaman gözyaşlarının hemen ardından beliren o ilk gülümsemede.

Şimdi kendine sor:
"Hangi kapının önünde duruyorum ve elim neden hala tokmakta değil?"

🌿 Eğer bu satırlarda kendinden bir parça bulduysan,
bir zamanlar karanlıkta kalmış halini sevgiyle kucakla.

Çünkü korktukça tutsaksın, umut ettikçe… gerçekten özgür.

Görüşmek üzere...

Arzu SEKİN 

12 Nisan 2025 Cumartesi

KEDİLER VE HUZURUN SESSİZ DİLİ

 

Yalnızlığın Derinliği ve Umudun Işığı

Günün henüz uyanmadığı bir vakitte, kucağımıza sokulan bir kedinin mırıltısıyla başlar bazen sabah. Sessizce, narince, sevgiyle... Sanki "Bugün her şey güzel olacak" der gibi. Onların dünyasında acele yoktur, telaş yoktur… Ve biz, onların dinginliğinde yeniden nefes alırız.

Her ne kadar küçük ve nazik varlıklar gibi görünseler de, içlerinde sonsuz bir enerjiyi barındırırlar. Onlar, sırf varlıklarıyla bizlere hem sessiz hem de güçlü bir öğreti sunarlar. İyi bir arkadaş olmanın ne demek olduğunu, bir kediyi gözlerken anlamak mümkündür. Sessizce yanımızda duran, bazen sadece bir bakışla her şeyi anlatan bu dostlar, bize sadece huzur değil, hayatın gerçek anlamını da hatırlatırlar.

Her kedi farklıdır ama her birinin içinde aynı derecede derin bir sevgi ve özlemler vardır. Kedilerin gözlerinde bazen dünya kadar hüzün barındırırken, bazen de en masum sevinçler yatar. Bizi, tüm duygularımızla kabul ederler. Onlar için önemli olan tek şey, birlikte oldukları kişinin ruh halini sezmek ve buna göre yanlarında olmak, huzur vermek, bazen de bir kucaklamayla içimizi ısıtmaktır.

Kediler genellikle yalnız ve gururlu hayvanlar olarak tanımlanır. Ama gerçekte kediler, başta kendileri olmak üzere herkesi tamamen olduğu gibi kabul ederler. Bir kedinin sevgi dili, bazen ufak bir patisiyle elinizi yavaşça okşamaktır; bazen de gözlerindeki sıcaklıkla size dünyanın en samimi bakışını hediye etmesidir. Kediler, her anlarında bu dengeyi bulmuşlardır; bazen uzağa çekilirler, bazen de yanınıza gelerek sadece varlıklarıyla bir rahatlık, bir güven hissi verirler.

Huzurun kaynağı bazen bir kedinin mırlayışında gizlidir. O minik ses, bir an bile stresinizi uzaklaştırmak için yeterlidir. Kediler, içsel bir dinginlikle varlıklarını sürdürürler ve o dinginlik çevrelerine de yansır. Bizim en gergin olduğumuz anlarda bile, kediler olgun bir sakinlikle, sadece varlıklarıyla tüm ortamı iyileştirebilirler. Onlar, adeta bir terapi gibidir. Kedinin yanınıza gelip, kollarınıza sarıldığı o an, ne kadar ihtiyacınız olduğunu bilmediğiniz bir huzurun anlık olarak size dokunuşudur.

Ve tabii ki, kedilerin temizlik takıntıları… Her zaman bakımlı, her zaman tertemiz. Onların kürkleri, sanki her zaman sabahın ilk ışığıyla yıkanmış gibi mis gibi kokar. Tertemiz bir nefes almak, bazen bu minik dostların etrafında olmakla ilgilidir. Onların bu doğal temizlik halleri, bizim de bazen ruhsal bir arınma yaşadığımız anlar gibidir.

Kediler belki de en büyük sırrı içinde barındırırlar. Onların içsel dünyası birer bilge gibi sakin, ama bir o kadar da canlıdır. Her hareketleri, bir anlam taşır. Bir oyun anı, bir tüy temizleme, bir kucaklaşma; her biri onların ruhundaki evrenin birer yansımasıdır. Onlar bize hayatın basit ama çok değerli yönlerini hatırlatır: huzuru, dinginliği, sadeliği, sevgiyi.

Bazen de kedinizin yanına oturduğunuzda, dünya durur. Her şey ne kadar hızlı olursa olsun, kediler bizlere yavaşlamanın, bir an durup soluklanmanın gerekliliğini gösterir. Onlar sadece yaşamak için değil, her anın tadını çıkararak yaşamak için vardırlar. Kedilerin varlıkları bize yaşamın ne kadar kıymetli olduğunu anlatır. Onlar, gözlerinde geçmişin tüm ağırlığını taşırken, bir yandan da her şeyin ne kadar güzel ve sade olabileceğini gösterirler.

Kediler bir evin değil, bir ruhun dostudur. Onlar, içindeki huzuru dışarıya yansıtır. Her miyavlamada bir tını, her bakışta bir huzur var. Onlar evdeki en değerli arkadaşlardır. Ve kedilerle geçirilen her an, ruhumuza dokunan bir parça huzur bırakır. Onların varlığı, hayatı biraz daha güzelleştirir, biraz daha anlamlı kılar. 

Kedilerin sakinliğinde, hayatınıza huzur ve denge bulmanız dileğiyle...

Sevgiyle kalın..

Arzu SEKİN


Bugün Hiçbir Şey Yapmadım… ve İlk Kez Gerçekten Huzurluydum

“Hayat bazen sadece durabilenleri ödüllendirir.” Ne yetişmem gereken işler vardı, ne de aklımı yoran planlar. Sadece oturdum, bir fincan k...